6 Parti bi araya geldi koca bi ittifak kurdu. 5 benzemezi bir araya getirdiler ama bir aday çıkartamadılar. Sorsan bu ittifakla Erdoğan’ı yenecekler.
Bırakın yenmeyi, kimse bu ittifakın Erdoğan’ı köşeye sıkıştırdığını dahi iddia etmesin.
Hatta tam aksi durum söz konusu, ittifak köşeye sıkışmış durumda. Bizzat Kılıçdaroğlu ve HDP tarafından kıstırılmış durumdalar.
HDP, milliyetçi adayların önünü tıkıyor, Kemal bey de kendi rakiplerinin. Daha aday belirleyemedikleri gibi ellerinde bir yol haritaları da yok. Günün sonunda iş dönüp dolaşıp Kılıçdaroğlu’nun adaylığına geliyor.
**
Kemal Bey'in Marmaris’teki orman yangınları sırasında “yangın söndürme uçağı yok, helikopter yok” açıklaması yaparken başının üstünden yangın söndürme helikopteri geçmesi pek manidar oldu.
Biri bunlara artık söylesin; her afetten siyasi kazanç elde etmeyi denemeyi bıraksınlar. Olmuyor işte.
Neden mi?
Birincisi, vatandaşın bizzat içinde olduğu, hizmetin farkında olduğu olaylarda yalanları ilk köşeyi dönemiyor.
İkincisi, ne zaman bir afet olsa iktidar partisinin Bakanı da Milletvekili de ilk soluklarını orada alıyorlar. Millet de bunun farkında. Bu millet çabayı alkışlar, başarıyı ise ödüllendirir. Artık bunu öğrenin.
Üçüncüsü, CHP’li belediyeler birleşip THK’nın yangın uçaklarını tamir ettirecekti ne oldu o iş?
**
Gelelim Cumhurbaşkanı maaşı zammına.
Geçtiğimiz hafta yapılan %40 oranında artış muhalif medyanın oyuncağı oldu. Gerçekten uzak, bağlamından kopartılmış duyurularla harika bir algı çalışması yaptılar.
Halbuki Erdoğan, yeni yıla girerken kendi maaşına zam yapılmasını reddetmiş ve zam almamıştı.
Fakat Cumhurbaşkanı maaşına bağlı olan Meclis Başkanı ve Eski Milletvekili maaşları da bu enflasyon ortamında zam alamamış oldu.
Bu adalet mi? Hayır değil.
Ancak bu kişilerin yani eski vekillerin çıkıp “hayır biz bu enflasyona rağmen zam istemiyoruz” demesi lazımki bu zam yapılmasın.
Konu üzerinden muhalefet yapan CHP bu konuyla ilgili eski vekillerini organize edip “hayır biz bu zammı istemiyoruz” diye bir çalışma yapmış mı?
Hayır.
**
Bizim ülkemizde paranın da rengi, dini, milliyeti var, mesela Avrupa’nın 1 Doları Katar’ın 1 Dolarından daha kıymetli.
Acayip bir sermaye faşistiliği peydah oldu.
Konu ülke çıkarları olunca keşke şu faşistliğinizi bir kenara bıraksanız.
Suudi Arabistan’dan, Katar’dan gelecek olan paraya bile tahammülleri yok.
Çok ilginç değil mi?
Gerçi ben bu faşistliği yapanların korkularını çok iyi anlıyorum.
Olur ya Körfezden güçlü bir finansal destek sağlanır da pandemiyle ağır darbe almış, tedarik kriziyle zor bir dönemeçten geçen ülke ekonomisi düze çıkarsa diye ödünüz kopuyor.
**
İsmailağa cemaatinin içinde etrafında bir yerlerde büyüdüm. Hatta birkaç yıl bu cemaatin tam merkezinde Çarşamba’da yaşadım. Ailemden ve çevremden bu cemaate dahil olmuş onlarca insan var.
Dün Mahmut efendinin cenazesi münasebetiyle bu insanların varlığını öğrenen Türkiye’nin sözüm ona sahipler, seçilmişleri, beyazları büyük bir şaşkınlık yaşadılar.
Nasıl olur da bu ülkede bu kadar sarıklı, cübbeli yaşar akılları alamadı. Her yere Atatürk’e ait olduğu iddia edilen o sözleri yapıştırdılar.
“Türkiye, şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olamaz”
Olur. Hatta çok güzel de olur.
Hep beraber yaşamayı öğreneceksiniz. Onların da bu ülkenin bir rengi olduğunu kabul edeceksiniz.
Gelin size biraz bu cemaati anlatayım; Bu cemaate mensup hiç kimse devlete sızmaya çalışmaz, sağa sola adam yerleştirmez. İstekleri çok basit ve yalındır, istedikleri gibi giyinmek, istedikleri gibi yaşamak, rahatça ibadetlerini yapmak, doğru bildikleri bu yaşam şeklini insanlara aktarmak ve bu yola davet etmektir.
Onların ağzından nefret sözcükleri duymazsınız. Kin ve nefretle hareket etmezler. Bu ülke falancaların memleketi değildir demezler mesela.
Hepimizin üzerindeki yorgunluk, halsizlik giderek artıyor. Dünya gerildikçe toplumlar, toplumlar gerildikçe ise aileler ve bireyler geriliyor. Etrafımız birer barut fıçısına dönmüş, ne istediğini bilmeyen insanlarla dolu. Hatta bizzat kendimiz de onlardan biri olabiliriz.
Geçenlerde oturduğum bir masada arkadaşın biri “bu yaşamak değil, yaşadığımızı sanıyoruz” deyince gece boyunca bu kelimeyi tefekkür ettim.
Hatta uzun bir aradan sonra uykuya dalmakta zorluk çektirecek kadar düşündüm desem doğru olur.
Sonuç; evet birçoğumuz bu dünyayı yaşamıyor adeta geçiştiriyoruz. Gerilen dünya ve zorlaşan yaşam şartları yaşamak kelimesinin hakkını da vermemizi zorlaştırıyor elbette. Ama bizim şükürsüzlük halimiz ve daha fazlasını isteyen nefsimiz de bu hali katlayarak zorlaştırıyor.
Hem de çok.
Yaşamak kelimesinin tarifini kendimize sadece tüketim alışkanlıklarımız üzerinden yaptığımızı düşünürsek hatanın nerede başladığını bulmak da kolaylaşıyor. Kendinize sorun; bir aylık bir döngüde hangi eylemi/eylemleri yaptığınızda kendinizi yaşamış sayacaksınız? Restoranlar, mağazalar, oteller liste başı olacak çok eminim. Sadece tüketerek mutlu olan nefislere tüketilmeyen ama yaşamış hissettiren şeyleri öğretmenin vakti geldi de geçiyor bile.
Tüm bunları yazarken şükür kelimesinde takılı kaldı zihnim onu da biraz açalım. O da yaşamımızın kalitesini artıran eylemlerden biri. Şükrü de çoğu kez yanlış tarif ediyoruz kendimize. Şükrün aza kanaat etmek olduğunu düşünüyoruz. Hatta birbirimize “aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz” diyoruz. Halbuki şükür elindekini az görmemenin ta kendisidir. Şükür; daha fazlasını hak ettiğimizi düşündüren nefsimize, zaten hak ettiğimizden fazlasına sahip olduğumuzu hatırlatmaktır.
Yaşamak coşkusuyla dolup taşan nefsinize tüketilmeyen eylemleri öğretmenin vakti gelmiştir belki.
Velhasıl.
Zor zamanlardan geçtiğimiz şu günlerde şükrü zihnimizden düşürmemeli halin ve anın geçiciliğini unutmamalıyız.
Sosyal medyada ne zaman dolaşsam, birkaç muhalif hesaba göz atsam aynı söylemi görüyorum;
“Erken seçim geliyor, Erdoğan baskın seçim yapacak”
Hayır efendim yapmayacak.
Ben demiyorum istatistik diyor.
Bir akademisyen oturmuş Başkan Erdoğan’ın kaç defa “Erken seçim olmayacak” dediğini saymış.
128 defa bu cümleyi tekrarlamış.
Muhalefetin bunu anlaması epey uzun sürecek gibi.
Ayrıca bu havada erken seçim falan olmaz. Erdoğan da 128 defa söylediği şeyden öyle kolay kolay vazgeçmez.
**
Millet İttifakı’nın aday arayışı sürüyor. Altılı masanın bir köşesinde oturup oradaki diyalogları dinlemeyi çok isterdim. Çok komikler.
Altılı masa altı sorudan oluşan bir anket yapmaya karar vermiş. Altı soru şöyle;
Bir: Erdoğan’a karşı Kemal Bey aday olursa kime oy verirsiniz?
İki: Erdoğan’a karşı Meral Hanım aday olursa kime oy verirsiniz?
Üç: Erdoğan’a karşı Temel Bey aday olursa kime oy verirsiniz
Dört: Erdoğan’a karşı Gültekin Bey aday olursa kime oy verirsiniz
Beş: Erdoğan’a karşı Ahmet Bey aday olursa kime oy verirsiniz
Altı: Erdoğan’a karşı Ali Bey aday olursa kime oy verirsiniz?
Sonra da dönüp HDP’ye bir soru soracaklar.
Tek bir soru…
Evet, hafta sonu Kadıköy’de “Öcalan’a özgürlük” naraları atan HDP’ye.
**
“Eyy TÜSİAD sen kimsin ya”
TÜSİAD, Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyeliği konusunda takındığı tutumu beğenmiyormuş.
NATO üyeleri bile bizi haklı bulurken, TÜSİAD biraz haksız bulmuş.
Böyle olmazmış.
Ne istedik biz?
Teröre destek verme, güvenlik güçlerimizle işbirliği yap, gel oturup konuşalım NATO üyeliğini dedik.
Her şey çok net!
Net olmayan tek şey TÜSİAD’ın kimin sözcülüğünü yaptığı.
Son zamanlarda ne kadar öfke dolu, ne kadar saldırganız değil mi?
Türkiye’nin son 10 yılını şöyle bir düşününce böyle olmamızı da anlayabiliyorum tabi.
Darbesinden sokak olaylarına, ekonomik operasyonlardan, algı oyunlarına nelere katlandık değil mi? Seçim dönemlerini hiç söylemiyorum bile.
Tüm bunların üzerine bir de pandemi bir de global çapta iktisadi zorluklar bir de kıtlık tehlikesi ile karşı karşıya kaldık.
Tam eşe dosta “her şey üst üste geldi, çok yorgunuz” diyecek durumdayız ama eş dost da aynı durumdan muzdarip.
Tüm dünyayı sarsan bu kötü olaylar silsilesinden biz daha fazla etkileniyor, daha fazla yoruluyoruz. Çünkü bizi 10 yıldır mütemadiyen yoruyor ve yıpratıyorlar.
Malum bir de coğrafi zorluklar var; Aşağıda istikrarsız iki devlet, yukarıda dünya savaşını hazırlayan Rusya-Ukrayna.
Bitti mi? Hayır.
Bir de toplumsal öfkeyi körükleyenler ve bundan medet umanlar var; önünüze yabancı düşmanlığını koyuyor, rakamları manipüle ediyorlar. Var olan etkiyi artırmaya, toplumsal yorgunluğu yıkıma çevirmeye çalışıyorlar.
Demem o ki hep beraber durup bunları bir düşünmeli, dünyayı ve kendimizi bir gözden geçirmeliyiz. Öfkemizi körükleyenlere kulak vermemeli belki bir miktar sosyal medyadan uzak kalmalıyız.
Unutmayın, milletlerin kalitesi afetleri nasıl karşıladığı ile ölçülür. Bu afetin, iktisadi veya doğal afet olması fark etmez.
**
İktisadi zorluklar demişken, hükümetin son birkaç yıldır zorluklarla mücadele etme şekline bakınca aklıma hep Berat Albayrak geliyor nedense. Onun hazırladığı ekonomik kalkınma reçetesi hala kullanılıyor. Son adım da öyle oldu.
Neyse...
Yorgunsun.
Adem’den beri hiç bu kadar yorulmadın.
Dünya hiç bu kadar kalabalık olmadı.
İnsan hiç bu kadar arzularının esiri olmadı.
Şimdi kalabalıklar içerisinde insan arıyorsun.
Dışarıda aradığın insana kendi içinde bile ulaşamıyorsun.
Ne garip…
Sorsan herkesin tası tarağı toplayıp gidesi var.
Nereye?
Halbuki, ihtiyacın olan şey kaybolmak değil, en büyük ihtiyacın kendini bulmak.
Zaten kaybolmuş durumdasın.
Pornoma dokunma eyleminden bugünlere!
Arada güçlü bir bağ kuracak değilim ama pornografinin bu kadar normalleşmesinde emeği geçenlere sitem etmeden giremeyeceğim konuya.
Bu giriş, “bunlar bu cesareti nereden buluyor veya bu olayların arkasında başka bir şey var” diyenlere bir cevap olur belki.
Üzülüyorum…
Olay kadar üzücü olan başka bir şey ise insanların bu sapkınlık karşısında hızla hissizleşmesi.
Yaşanan şey o kadar sıradan bir olay haline indirgendi ki sanki basit bir adli vakaymış muamelesi yapılıyor artık.
Hatta esprilere konu ediliyor.
Hatta espriler onedio gibi mecralarda ayrıca içerik konusu ediliyor.
“publici biraz abartmışlar” diyerek geçiştiriyorlar.
Şaşıp kalmamak elde değil!
**
Mülteci teyzeye atılan tekme zihnimin her köşesini darp ediyor.
Galata kulesinde kendini yakan adamla selfie çekilen çifti sanki bir film sahnesi gibi düşünüp kendimi sakinleştirmeye çalışıyorum.
İnsanlardan kaçmanın zamanı gelmiş.
**
Bir vaka vuku buluyor ama biz vakadan çok suçlunun mülteci mi değil mi tartışması içine giriyoruz.
Oradan da asla çıkamıyoruz. Bizi kara günlere ve iç karışıklığa hazırlayan faşist zihniyet oradan çıkmamızı da istemiyor zaten.
Kemal Bey, CHP içerisindeki iktidarı elinde tutmak için tüm hünerlerini sergiliyor.
Yalan söylemekten çekinmiyor.
Adam harcamaktan çekinmiyor.
İftira atmaktan çekinmiyor.
Bu enstrümanlar onun siyasetinin en önemli yapı taşı.
Üzücü olan şey ise kitlesinin her seferinde aynı yalanları yiyor veya yiyormuş gibi yapıyor olması.
Koca bir kitleyi her seferinde boşa düşürüp sonra tekrar yeni oyunlarına alet edebiliyor olması şaşılmayacak bir durum değil.
Dün tüm gün yarattığı beklentinin sonunda 5 yıl önce FETÖ’cülerin servis ettiği algı ve yalan dolu belgeleri yayınlaması kendi kitlesini bile çılgına çevirdi.
Hiç dinlemeden Kemal Bey’in paylaştığı videoyu RT eden birkaç seküler arkadaşımın çok geçmeden RT’sini geri çekmesi durumu özetliyor aslında.
Sözde iktidarın gerçek yüzünü göstermeye çalışanlar her seferinde olay yerinde kendi maskesini düşürüyor.
**
Amacım bir yazı dizisi oluşturmak değildi ama son dönemlerde Kemal Bey’in Cumhurbaşkanlığı adaylık süreciyle alakalı peş peşe yazarak istemsizce bir yazı dizisi oluşturmuş oldum. Madem Kemal Bey aday bir de hasbelkader kazanırsa bu ülkeye ne yapar diye düşünmeden edemedim;
Aslında bir sonuca da varamadım.
Fantezi dünyama bile sığdıramadım Kemal Bey’in Cumhurbaşkanlığı makamına oturduğunu.
Sadece onun söylemlerinden yola çıkarak nasıl bir iktidar olacaklarını tahayyül edebiliriz.
Yakar, yıkar, yok eder.
Biz değil kendileri öyle demiyor mu?
Bürokratları, öğretmenleri, iş adamlarını hatta hakim ve savcıları hapse tıkmakla tehdit edip, birçok icraati yıkacaklarını kendileri söylemiyor mu?
Söylüyor.
Bana kalırsa ilk işi de Ayasofya’yı kapatmak olur.
Kılıç hakkı en nihayetinde…
Hafta sonu pek hareketli geçti.
Şölenler, mitingler, buluşmalar. En ilginç olanı CHP’nin mitingiydi.
İnanır mısınız Atatürk’ü unutmuşlar mitingte. Tek bir posteri yok sahnenin sağında solunda.
Kocaman bir Kılıçdaroğlu fotoğrafı insanları selamlıyor.
O kadar kocaman ki Pelsinvanya’dan görünecek kadar.
O kadar kocaman ki… Benden başka Cumhurbaşkanı adayı yok der gibi.
İmamoğlu ve Yavaş da kuzu kuzu geldi tabi mitinge.
Sahneye sözde ekonominin kötü gidişatından şikayetçi birkaç vatandaş çıktı.
Güzel kurguydu, sahneye çıkanlardan biri çoluğunun çocuğunun rızkını pavyonda yememiş olsa.
Çevre şehirlerden otobüs otobüs adam taşıdılar ama Erdoğan’ın yaptırdığı Maltepe sahilindeki meydanı dolduramadılar.
Bu arada ajans, tabanı Kılıçdaroğlu’na hazırlamak için kolları sıvamış.
Sosyal medyada sözü dinlenen birkaç hesap da ”Kılıçdaroğlu aday olursa oy moy yok” diye tweet atınca iyice tedirgin olmuşlar.
Plan şu; Yavaş’a Kürtler oy vermiyor. İmamoğlu ise yetersiz bir aday olarak lanse edilecek.
HDP’li Ahmet Türk’ün “Kürtler Yavaş’a oy vermez” çıkışı da ajansın programına dahil.
**
Gözüm bir de Deva Partisi’nin Gaziantep mitingine takıldı. Siyasi bir facia.
Vatandaş bunları alternatif olarak görmüyor.
Çok net!
**
AK Parti Gençlik Kolları Adana’da bir gençlik festivali düzenledi. Türkiye’nin dört bir tarafından gençler akın etti. Görüntüler güzel, gençler eğlenmiş. Erdoğan da gençlere taş çıkartacak kadar enerjik.
Harikulade.
Bence AK Parti gençliğinin dahil olduğu en büyük festival-etkinlik Teknofest olmalı ve hafızalarda hep öyle kalmalıydı.
**
Aliya İzetbegoviç’in şu sözlerini de eklemeden geçemeyeceğim.
"Biz savaşı öldüğümüz zaman değil, düşmanlarımıza benzediğimiz zaman kaybederiz."
****
Haber365 olarak bir karar aldık, buradan da duyuralım;
Toplumsal bir tehdit oluğuna kanaat getirene kadar Maymun Çiçeği virüsü hakkında haber yapmayacağız.
Toplumu korkutarak, ürküterek dizayn etmeye çalışanlara maşa olmayacağız!
Böyle muhalefet mi olur?
Tüm Dünya, NATO krizinde bizi konuşuyor. Ajanslar Erdoğan'ı yakın takibe almış.
Kemal bey de Meral hanım da altılı masadaki diğer arkadaşlar da konuyla ilgili tek kelime etmiyor veya edemiyor!
Sonra yine kendi kendime cevabımı bulup susuyorum.
Konu batı olunca iki kelam etmek için emir bekliyor bunlar.
Başka açıklaması yok!
Üç vakte kadar bir büyükelçiler buluşması yapar, ne söyleyeceklerine karar verirler!
**
Kemal bey Rize'de gövde gösterisi yapmaya çalışan Ekrem İmamoğlu'na özel organizasyon yapmış.
Bursa'da yapacağı mitingi İstanbul'a almış. Adeta "sen bi dur" diyor Kılıçdaroğlu.
Kemal bey'in bu mitingle Cumhurbaşkanlığı adaylık yürüyüşü resmen başlamış olacak.
Aramızda kalsın, Ekrem bey'in elinden İBB adaylığı da gitmek üzere, onun yerine şu an İstanbul'da bir İlçede Belediye Başkanlığı yapan genç bir isim düşünülüyormuş.
Ekrem İmamoğlu, CHP tarihinin görebileceği en büyük vefasızlıkla karşı karşıya.
Üzüldük mü? Hayır.
**
Seçim yaklaşınca muhalefetin yalanlar kitabı yine açıldı; Mültecilerden, havalimanına önceki seçimde iş yapmış birçok yalan tekrar servis ediliyor.
Bu sefer yemeyin bari!
**
"Bir insanla iki kez tanışırsın!"
İkinci kez tanışıp sevdiğim kimse olmadı şimdiye kadar. Keşke tüm insanlar ilk tanıştığımız haliyle kalmayı başarabilse!
Seçim sath-ı mahaline girdik. Kemal Bey tüm zamanların en heyecanlı dönemini yaşıyor.
O kadar heyecanlı ki heyecanı gözünü kör etmiş vaziyette.
Evet, Cumhurbaşkanlığı için aday olma süreci resmen başladı. Rakiplerine de bi sağ bir sol kroşe yerleştiriyor.
Her zamanki gibi de korkak oynuyor oyununu. Sahnede yok, perdenin arkasında sinsi sinsi hazırlıyor planlarını.
Nasıl yani diyeceksiniz?
İmamoğlu’nu Rize’de harcadı mı? Harcadı.
Canan Kaftancıoğlu davası sürecinde Mansur Yavaş’a zorla tweet attırarak milliyetçi seçmeni kızdırdı mı? Kızdırdı. Yetmedi bir de Ahmet Türk’e “kürtler Mansur Yavaş’a” oy vermez dedirtti mi? Dedirtti.
Bi anda hem kürtlerle hem de milliyetçilerle arası açık Mansur Yavaş ortaya çıkıveriyor.
Daha durun bunlar başlangıç.
Eş-dost meclislerinde kayıt dışı adaylığını açıklıyormuş bile.
Öyle ya ne yapsın adamcağız. 4 yıldır İstanbul’a ve Ankara’ya çivi çakamayan bu yeteneksizlere mi bıraksın adaylığı.
Çiçeği burnunda aday için diyeceğimiz tek bir şey var;
Arkandayız Kılıçdaroğlu!
Hatırlarsanız, Güldür Güldür Şov’un yayınlanmayan bölümü diye sosyal medyaya Bakan Nebati skeci servis edilmişti. Muhalif medya ve birtakım hesaplar avazı çıktığı kadar bağırdı “sansür” diye.
Sonra anlaşıldı ki yayıncı kuruluş daha fazla reyting için muhaliflerin duygularıyla oynamış.
Neyse…
Skeç yayınlandı, Bakan Nebati büyük bir keyifle izlediğini duyurdu ve ekibe teşekkür etti. Son dönemlerde siyasette alışık olmadığımız bir durumdu desek yanlış olmaz.
Skeç orantılı olunca tepki de orantılı oluyor demekki. Öğreneceksiniz!
Bakan Nebati’nin bu hoşgörülü tavrı neticesinde “sansür” diye yaygarayı kopartanlar neye uğradığını şaşırdı tabi. Biraz ayarları bozuldu. Eleştirirken orantısız eleştirinler sıra “helal olsun” demeye gelince bir anda yok oldular.
**
Hep Erdoğan’ın yalnız bırakıldığını, medyada, sosyal medyada hatta sokakta AK Partili siyasilerin fikir ve söylem üretme konusunda sessiz kaldığını konuşur dururuz. Özellikle, sosyal medyada gündem olan konularda reflekslerinin yavaş olduğunu, Erdoğan bir çıkış yapmadan AK Partili Vekillerin bir söylem geliştirmediğini sık sık konuşuyoruz.
Gün oluyor ve diyorum ki iyi ki böyleymiş.
Evet, Cahit Özkan’ın çıkışlarından bahsediyorum. Çok uzatmadan da kapatıyorum.
**
İstanbul’un çeşitli noktalarına Şahmeran heykelleri konuldu. Konulmasına itirazımız yok! 7 milyon Türk Lirası’nı heykele harcamalarına karşıyız. 7 milyon harcayıp İstanbul’a ne kattın? Ne fayda sağladın? Kocaman bir hiç!
Siyaseten mefta olmuş, siyasi hayatı CHP’li seçkinler tarafından bitirilmiş biri artık İmamoğlu. En azından CHP’nin içinde güçlü bir figür değil artık. Biz "bu adam İstanbul için felaket, yapmayın" dediğimizde methiyeler düzenler şimdi İmamoğlu’nu çıkardıkları zirveden aşağıya bırakıyor. Gömleğinin kolunu kıvırmasına bile şiirler yazanlar, ne kadar beceriksiz bir adam olduğunu anlatıyor sosyal medyada.
İnanılır gibi değil. Peki ne oldu, İmamoğlu ne yaptı da yüz seksen derece döndü koca bir camia?
Buyurun konuşalım.
İmamoğlu, CHP’nin diğer başkanlarına göre daha başarısız bir figür mü?
Hayır! Hepsi kadar başarısız.
CHP’li sermayeye ihale mi vermedi?
Verdi!
ittifak ortaklarının taleplerini yerine mi getirmedi?
Getirdi!
Sahiden ne oldu? Sorunun kısa cevabı; CHP’li elitler İmamoğlu’nu Cumhurbaşkanlığı adaylık yarışında görmek istemiyor. Seçim sathı mailine girildiği şu günlerde CHP’de masa kuruldu karar verildi. İmamoğlu bu yarışta artık yok!
Peki bunu hisseden İmamoğlu durur mu? Durmadı! Gitti Erdoğan’ın memleketinden gövde gösterisi yapmaya kalktı. Miting düzenledi, yardım kartları dağıttı. Bu yarışta siz istemeseniz de “ben varım” dedi. Kendi çapını hesaplayamayan İmamoğlu’na CHP’li seçkinler güzel bir cevap verdi. “Seni oraya çıkardığımız gibi indiririz!”
Dünyaca ünlü piyanistinden, gitarlı çocuğa tüm elitler peşi sıra videolar paylaşıp eleştiri tweetleri atmaya başladı. Meğer onlar da kar yağdığı zaman balıkçıda yemek yemesinden rahatsızmış İmamoğlu’nun. Öyle diyorlar…
Can Ataklı bey hesap soruyor “İstanbul’un hangi problemini çözdün?” diye. Sanki Mansur Yavaş Ankara’ya deniz götürdü. Onu da yavaş yavaş hazırlıyorlar ama o başka bir günün konusu.
Fazıl Say’ın “sen nasıl miting düzenlersin” diye hesap sorması bize çok şey anlatıyor.
İlginç!
CHP’de demokrasi arayanlar yine hüsrana uğradı. Şimdi hep bir ağızdan İmamoğlu’nun ne kadar başarısız, kof bir adam olduğunu konuşuyorlar.
İmamoğlu ise bu kavgadan çekinmiyor; o da CHP İl Başkan Yardımcısının İBB’deki işe alımlarla ilgili yaptığı açıklamayı yalanlayarak piyonu bir kare öne oynadı. Önümüzdeki günlerde çok daha büyük kavgalar izleyeceğiz. Size şöyle söyleyeyim; Hırs küpü İmamoğlu bu dakikadan sonra adaylık yarışında var olmak için değil canını sıkanları yok etmek için oynayacak satrancını. Hep beraber ne kadar CHP’li ne kadar idealist ir siyasetçi olduğunu göreceğiz.
AK Parti’li adaya karşı tuvalet terliğine oy verenlerin hikayesinin takipçisi olmaya devam edeceğiz.
Bir kargaşanın tam ortasındayız. İnsanlar adeta bir yangından mal kurtarır veya bir selden mal çekercesine davranıyor. Tüm davranışlar bir ezberin parçası. Öğretilmiş, telkin edilmiş tavırlar sergileniyor. Nefretimiz de sevgimiz de tam olarak böyle, taklitten ve tekrardan ibaret. Bir şeyi kitle halinde seviyor ve kitle haline nefret ediyoruz. Mültecilere bakış açımız da tam olarak böyle bir kalıbın içerisinde.
Sabah kalktığımızda sosyal medyaya servis edilen birkaç video ve peşi sıra gelen telkinler o gün bize neyi seveceğimizi veya neyden nefret edeceğimizi öğretiyor.
Sadece birbirimizi tekrar ediyoruz. Gerçek duygulara ve düşüncelere sahip değiliz.
**
Üzgünüm, Doğu’da insanlar bizim ülkemizde ve batıda ise insanlık ölüyor. Ellerimizle insanlığı öldürüyoruz hatta insanlığımızı öldürüyoruz. Övünerek anlattığımız ecdadımızın bize bıraktığı tüm doğrulardan hızla uzaklaşıyor standart dünyanın bir parçası oluyoruz.
Üzgünüm, artık bizim bu dünyaya öğretebileceğimiz bir şey kalmamış. Mesela insanlığın ne olduğunu, Müslümanın ne demek olduğunu öğretme şansımız yok artık.
**
Şimdi durun ve düşünün; bir topluluğun veya bir hareketin parçası oldunuz, peki sizi bir arada tutan şey ne? Nefret, öfke, ırkçılık… Ümit Özdağ ve etrafına toplananların birleştirici maddesi tam olarak bu üç hastalıktan oluşuyor. Uzun zamandır Türkiye’ye nefret ve öfke pompalayanlar bayramla birlikte harika bir zemin buldu. Fonlanan medyanın ürettiği yalan ve manipülatif bilgilerle zihinleri yıkanan topluluk artık harekete geçmeye hazır hale getirildi. Mesela, artık hepimiz “sessiz istila” denen algı filmini biliyor ve mülteci sorununu “sessiz istila” diye konuşuyoruz. Önce mülteci/göçmen problemini öğrettiler sonra da onlardan nefret etmeyi. Şimdi hazırsanız birbirimizi linç etmeyi de öğretecekler. Yeni bir Gezi için zeminin hazır olup olmadığını ise saat 11'de İçişleri Bakanlığının önünde test edecekler.
Not: en hakiki siyaset merhamettir, en hakiki diplomasi merhametin dilidir. Cihana merhametiyle nam salmış bir ecdadın torunları olduğumuzu hatırlamanız dileği ile.
Bir bayram sabahı. 30 gündür hasret kaldığım kahvaltı sofrasını bekliyorum şu an.
Pandemide hasret kaldığımız samimi buluşmalara kavuşmanın şükrünü yaşıyorum önce. Sonra hayatımızdan eksilenler geçiyor gözümün önünden. Bayram'ın hüzün veren bir tarafı da var işte.
Öyle ya esas bayram sevdiklerinle bir sonraki bayrama kavuşmak. Bir sofrada daha buluşmak.
Aramamızı bekleyen nice insanlar, aramasını beklediğiniz nice dostlar var. Bayram bu işte.
Bir de arayamadıklarımız...
Bu bayram ne olur unutmayın; masasından bir tabak eksiltenleri, sol yanını yitirenleri, bayram sabahı elini öpecek kimsesi olmayanları.
Masanızdan eksilenlere üzülürken katılanlara da şefkatinizi göstermeyi unutmayın.
Bu bayram sevdiğinizi söylemeyi, affetmeyi ve bolca sarılmayı unutmayın.
***
Esas olan yetimi doyurmak değil yetime yetimliğini unutturmaktır.
Bu bayram insanları ararken, kucaklarken ve muhabbet ederken bunu muhakak hatırlayın. Onlara eksik yanlarını hatırlatmayın...
Bayramınız bayram olsun.
Şimdi hayal edin. Bir tren rayının üstündesiniz. Karşıdan hızlı bir şekilde tren geliyor, önünüzde trene sırtı dönük iki kız çocuğu var. Trenin geldiğini fark etmiyorlar ve sizin birini kurtarma şansınız var.
Biri esmer, yıllardır sömürülmüş bir coğrafyanın çocuğu. Ayakkabısı yok, muhtemelen babası bir kör kurşunun hedefi olmuş. Yaşıyor ama pek de yaşıyor sayılmaz, gün yüzü görmemiş desek yeri…
Diğeri sarışın, renkli gözlü düne kadar hayatında olumsuz pek bir durum yok, yüzünden neşesi okunuyor…
Şimdi vazife sizin; sadece birini kurtarma şansınız var. Hangisini kurtarırdınız?
Dünyanın büyük çoğunluğu haftalardır sarışın renkli gözlü kızı kurtarmaya çalışıyor. Bizim esmer kız yıllardır ölmeye devam ediyor.
Keşke bunu yapan insanların hepsi renk körü olsa diye dua etmek geliyor içimden!
Bugün önüme düştü dünyanın en büyük kripto para borsası olarak kabul edilen Binance, Ukraynalı mülteciler için sağlayacağı yardımlardan sonra bir de onlara özel her yerde kullanabilecekleri para kartı çıkarmış.
Vay be.
Suriye’yi yıllardır görmeyen dünyanın bir anda gözü açıldı. Meğer ne maharetleri varmış…
Bu ve bunun gibi haberleri üst üste görünce biraz serzenişte bulunmak istedim. O kadar!
Neyse ki gerçek dünyada taraf seçmek zorunda değilsiniz. İkisine de üzülebilir ikisini de kurtamak için gayret edebilirsiniz.
**
Tüm dünya değişiyor ama Türk muhalefetinin tutumu, siyaset yapma şekli asla değişmiyor.
Kendi seçmenlerine eziyet ettikleri yetmezmiş gibi şimdi de evlerindeki eşlerine zulmetmeye başladılar.
Evet, Kemal Bey’den bahsediyorum. Bir kara propaganda için Selvi Hanım’ı karanlığa hapsetti.
Halbuki Selvi Hanım’a, dünyada enerji fiyatlarının hızla yükseldiğini global bir krizin içinden geçtiğimizi söylese oldukça anlayışla karşılar ve tasarruflu davranırdı.
Yazık oldu kadına.
**
Osman Kavala teröristtir!
Bugün aklıma şöyle bir soru takıldı; Türkiye bir insan olsaydı kim olurdu? Bunu düşünürken gözümden Türkiye’nin yakın dönemde yaşadığı olaylar da bir bir geçmeye başladı tabi. Düşünsenize düne kadar istenmeyen ülke, kan isteyen ülke, soykırım yapan ülke, işgalci ülke iken bir anda barışın umudu olan ülkeye dönüştük. Hiç gerek yok kendimizden gerçekleri saklamamıza, evet Batı yıllardır bizi kendi medyası aracılığı ile adeta bir öcüye hatta bir canavara dönüştürmeye çalışıyordu. “İlahi adalet” diye haykırasım var! Şimdi ise kendi elleriyle güzelleme yapıyorlar. Dün Erdoğan'ın katil Drone’ları bugün barışın umudu olabiliyor mesela.
Araya sıkıştıralım, muhalefet de stratejik derinlikte pek debelenip duruyor bu süreçte. Başarısız buldukları Türk dış politikası bir anda akademide ders olarak okutulacak kadar başarılı hale geldi. Üzgünler tabi… Keşke aynı şeylere üzülüp aynı şeylere sevinebilsek değil mi? Savaş başladığı günden beri birçok ülke aracı olmaya çalıştı, Hindistan’dan Çin’e Libya’sından Suud’lara kadar birçok devlet araya girmeye çalıştı. Başarısız barış çabalarını da reklam malzemesi yapan Batı’yı ekleyelim buraya. Macron’un o başarısız barış girişiminden sonra verdiği pozları unutmak mümkün değil. Mesela Zelenski’nin bir Yahudi olmasına rağmen İsrail’e güvenmeyip Türkiye’ye güvenmesi de not edilmesi gereken gelişmelerden biri. Süreç boyunca Türkiye’nin istikrarlı ve barışçıl tutumu, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunurken, Rusya ile olan ilişkilerini asla askıya almaması.
Eğer bir barış olacaksa bunun ancak diyalog yoluyla olacağına inanması ve bunun için çaba sarf etmesi tarafların Türkiye’ye olan güvenini artırmış olmalı. Bakın burası çok önemli! Türkiye, NATO ve Batı’nın uygulamak için ısrarcı olduğu hiçbir ambargoya katılmadı, kimseyle ortak bir siyaset gütmedi. Kendi çıkarlarını ve komşularının haklarını korumaktan başka bir şey yapmadı. Batı’nın oyunlarına alet olmadı. Tek bir hedefi vardı; Suriye’de, Irak’ta, Libya’da olduğu gibi komşularının toprak bütünlüğünü korumak, barışı tesis etmek ve mazlumların zulüm görmesini engellemek. Kimsenin kimseye güvenemediği ortamda tarafların güvendiği bir ülkeyiz. İşte tam da burada, en başta sorduğum soruyu tekrar soruyorum kendime: Sahiden Türkiye bir insan olsa kim olurdu?
Uçmayı bilmeden, göçmek zorunda kaldılar. Bırak uçmayı yürümeyi de yolda öğrendiler. Yaralarını evden dönülmeyecek kadar uzakta olduklarında sarıp hayata tutunmaya çalıştılar. Yolda hiç dizi parçalanmamış, hiç yarası olmamış insanlarla karşılaştılar ve onlar tarafından ağır bir şekilde yargılandılar. Hiç yarası olmamış, hiç mücadele etmek zorunda kalmamış insanlar onların yarasını beğenmedi. Kurşun yağmurunun altında kalıp ölmeyişlerine öfke kustular.
Bakmayın şimdi beyaz tenli, renkli gözlü potansiyel mültecilere olan sevgi sellerine ve methiyelere her şeyi sahte bunların. Ensar olacak yürek yok bunlarda.
Mesela bunlar kurşun isabet edince nasıl ölünür bilmezler. Onlar için savaş, sinemada olduğu gibi şehirden artistik bir şekilde hızla uzaklaşırken sırttan yenen kurşunla havalı bir şekilde yere serilmeden ibaret.
Geç kalmadan durdurmalı bu sahte tiyatroları ve alkışları.
İdrak edin insanlar ölecek.
Doğmadan ölecekler.
Savaş kapımıza gelmeden. Şehirlerimiz bombalanmadan durdurun şu savaşı.
Daha fazla geç kalmadan durdurun.
***
Kötü tecrübelerimden hayatımda hiç iz kalmamasından korkuyor bazen kendime nasihat olsun diye yazıyorum. O kadar!
Ruslar Ukrayna'ya saldırmaya başladığı günden beri hop
oturup hop kalkıyoruz. Gelişmeler o kadar hızlı akıyor ki takip etmek imkansız.
Yıl 2022, tarihe iki ülke arasındaki bu çirkin savaşı not
ederken şunları da not edelim.
En az savaş kadar çirkin olan o şeyler;
Savaş beyaz tenli renkli gözlü insanların ülkesinde olunca
daha çok üzülen insanlar çok çirkinler...
Mesela, Suriyeli mültecileri Ukrayna'daki direnişçilerle
kıyaslamak. Çok çirkin!
Suriye'de, insanları kendi devleti katlettiği yetmezmiş gibi
aynı zamanda İran, terör örgütleri, Rusya ve İsrail öldürüyor!
Kiminle savaşacaklar? Hangi silahla savaşacaklar?
Çok çirkin çok!
Bir başka çirkin şey de Türk İHA/SİHA'larının bölgedeki başarılı operasyonlarını karalamak!
Ne geçecek elinize Türk SİHA'ları başarısız olunca?
Mesela Özgür Özel de çok çirkin ama onu anlatmayacağım. Zira
gereken cevabı Ukrayna'da yaşayan Türk vatandaşı canlı yayında verdi.
Rusçu olmak da Zelenskiy'inin popülist tavırlarına taraftar
olmak da çok çirkin. İlla bi taraftan olacaksanız barıştan ve bölgedeki
vatandaştan taraf olun.
Çok çirkin başka bir şey daha; Türkiye'nin şu savaş
ortamında kendini konumlandırdığı yeri beğenmeyenler, "Suriye'de, Libya'da
ne işimiz varcılar". Bu sefer başka bir pozisyon aldılar; Türkiye'nin
Ukrayna'daki savaşa karşı ara bulucu oluşu ve stratejik bir konumda bulunmasını
beğenmiyorlar. Hemen taraf olup ateşin içine atlayalım diye veryansın
ediyorlar. Ellerine ne geçecek böyle olunca? Hiç! Çirkinler işte. Ülkesine
düşman olan bir grup çirkin.
**
Konunun dışında ama çirkin demişken eklemeden geçemedim;
İçimiz de tıpkı dışımız gibi bakmayı unutunca çirkinleşiyor.
Zaman, yaşananlar ve hırslar insanı çirkinleştirebiliyor.
Kalbi gonca gül olanlar bir bakmışsın bir bataklığa dönüşmüş.
Bazı şeyler biter bazı şeylerden ise vazgeçilir. Bitmese bile...
2021 yılında kurduğum birçok planımdan vazgeçiyorum. Biten veya bitmeyen her ne varsa terk ediyorum. O kadar!
Hayat devam ediyor.
***
Güzel tarafından bakalım;
Kendi aşısını üreten ülke olmak,
İHA/SİHA'ların havacılıkta paradigma değişimi yaşatması,
Bir miktar da olsa normalleşmek,
Tüm motivasyonumuzu kaybetmişken Erdoğan'ın dövize karşı yaptığı hamle,
Dövizin hızla düşmeye başlamasıyla sözde muhalefetin ışık görmüş tavşana dönmesi,
Karadeniz'de keşfedilen doğalgaz,
Yaşadığımız tüm zorluklarla beraber şahit olduğumuz güzelliklerdi.
***
Yeni yıla girerken; Canınızı sıkanları, enerjinizi emenleri, fikirlerinize önem vermeyenleri, umut tacirlerini, sahte dostlukları geride bırakın.
***
Yeni yılda karşılaşacağınız birçok şey kaderinizin bir parçası ama 2021'den yeni yıla götüreceğiniz her şey sizin tercihiniz.
Vazgeçebilmek yeniden başlayabilmenin ve yeni bir yol tutmanın ilk adımı. Size kötü gelen her şeyden vazgeçin.
Zor günlerden geçiyoruz. Bir yangın var. Kimse tozpembe bir
tablo çizmeye çalışmasın.
Yolunda gitmeyen şeylerin tamamını sadece içeriye mal etmek
de doğru değil. Ancak %50’si içerideki politikalar ve vatandaşın tutumu ile
ilgili.
Geri kalanı mı? Yok öyle dış mihrak falan değil. Dünyayla
ilgili, küresel bir krizin içindeyiz; birçok kalemde fiyatlar artıyor, tedarik
krizi yaşanıyor, kuraklık tehdit oluşturmaya devam ediyor. Bu küresel bir kriz.
Fakat hiç öyle lafı eveleyip gevelemeye gerek yok. Çeşitli
hatalar da yapıyoruz ama hata yapmak için de harikulade sebeplerimiz var. Tüm
dünyanın kriz yaşadığı bir dönemde böyle hatalar olur, bu hatalardan da
dönülür. Güçlü ekonomik alt yapı, yıllardır yapılan yatırımlar ve soğukkanlı
yönetim bizi bu dar boğazdan çıkartır. Ben inanıyorum. Özel sektör, vatandaş ve
hükümet omuz omuza çıkacak bu işin içinden. Kavga etmeyi bırakmalı, birbirimizi
dinlemeyi öğrenmeliyiz.
Tam da bu günler için idarecilerimizin önünde durması
gereken bu alıntıyı buraya bırakıyorum.
“Kimse senin dalgalarla nasıl boğuştuğuna bakmaz. Gemiyi
limana getirip getirmediğine bakar. “
*
Jargon olarak birilerini, bazı tutumları için hain olarak
göstermeyi doğru bulmuyorum ama şimdi açacağım konu için bu kuralımı
çiğniyorum; Türkiye’nin Afrika politikasından, Afrika’ya olan yöneliminden
rahatsız olan vatan hainidir. Net!
Elin Avrupalısı, Çinlisi, Arap’ı bölgede harıl harıl
çalışacak, yatırım üstüne yatırım yapacak. Bölgedeki zenginliklerden
faydalanacak. Türkiye burada bir adım atınca “vay efendim Afrika’da ne işimiz
var?”!
Çok işimiz var!
Üstelik çok da güzel işler yapıyoruz. Birkaç milyar dolar
olan ticaret hacmimiz birkaç yıl içerisinde 25 milyar doları aşmış. Ucuz işçiliği, verimli tarım arazilerini o
kadar güzel kullanıyoruz ki anlatamam. O da yetmiyor İHA/SİHA satıyor bölgedeki
yerel orduların güçlenmesini sağlıyoruz.
Bakın bu devrimdir!
Yıllardır batılılar tarafından sömürülen, elinde avucunda ne
varsa alınan Afrikalıya hava gücü kurma şansı veren, yerli silahlar ve savunma
mekanizmaları tedarik eden Türkiye hakiki bir devrimin ilk adımlarını
hazırlıyor. Bir gün göreceksiniz.
Çinlisi, Arap’ı, Batılısı hala sömürmeye çalışırken biz
kazan/kazan politikasıyla bölgede harikulade işler çıkartıyoruz.
Türkiye’nin Türkiye’den büyük olduğunu bir gün idrak
edeceksiniz.
Türkiye’nin Afrika politikasından rahatsız olan vatan
hainidir.
Nokta.
Son günlerde adeta at yarışı izler gibi döviz izliyoruz. Hop oturuyor hop kalkıyoruz. Dolar, kara mizahın ve algı uzmanı politikacıların malzemesi olmuş durumda. Bakıyorum, kenara 100 lira koyan bile döviz almış. Planlı bir saldırının, psikolojik bir savaşın muhatabıyız. Adım adım planlanmış oyununu sergiliyorlar. En kötüsü de planladıkları oyunda bizi figüran olarak oynatıyorlar.
Döviz aldın mı?
- Evet!
Figüransın işte.
Sana da kızamıyorum, kendini güvende hissediyorsun belki. Aldığın birkaç bin doların seni önümüzdeki zor günlerde kurtaracağına inanıyorsun.
Ya aldığın o birkaç bin dolar gelecekte yaşayacağın zor günleri hazırlıyorsa.
Tamam Düşünme!
Ben söyleyeyim; bir kıtlığın hatta büyük bir kıtlığın arifesindeyiz bu beraberinde bugün yaşadığımızdan çok daha büyük küresel buhrana gebe. Kendinizi güvende hissettiğiniz her ne varsa aslında güvenli değil. Tüm bunların yanında şunu da yazmadan geçemeyeceğim; onlar saldırıyor fakat biz de müthiş hatalar yapıyoruz.
Millet olarak değil idareciler olarak; Ekonomideki sıkıntının %51’i davranışlarımızla ilgili ve tam olarak bu noktada vatandaşın tedirgin olmasını sağlayacak hatalar silsilesi içerisindeyiz. Mesela; Japon Yeni ile Türk Lirası kıyaslamak gibi. Bugünden geri dönerek bu hataları konuşmanın da bir faydası yok, bu yüzden uzatmıyor ve idarecileri dövizle olan kavgamızı bir kenara bırakmaya davet ediyorum. Sakince çalışmalı ve üretimin önünü açmalıyız.
Ben inanıyorum ki bu kriz de bizi teğet geçecek.
Muhalefet evet muhalefet de üstüne düşen görevi yapıyor. Yangına odun atıyor. Atsın.
Pandemiyle birlikte bir değişim, dönüşüm hikayesidir aldı başını gitti. “Değişeceğiz, artık dünya eskisi gibi olmayacak, yeni bir dünyaya seyahat halindeyiz. Alışkanlıklarımız, tercihlerimiz kısaca hayatımızdaki her şey değişecek” son dönemlerde en fazla duyduğumuz cümleler.
Herkes maddi bir değişim arayışındayken ruhsal değişimimizden, daha doğrusu ruhsal çöküşümüzden, dolayısıyla yeni kişiliğimizin oluşacağından kimse bahsetmedi. Şartlar, davranışlarımızı, davranışlarımız ise psikolojimizi değiştirmeye devam ediyor.
Hepimiz değiştik, değişiyoruz. Hatta bu değişimin doğum sancılarını yaşıyoruz şu sıralar. Hepimiz yeniden doğuyoruz. Doğum sancılarının bir yansıması olarak da toplumun genelinde bir mutsuzluk hakim. Bu yüzden “mutsuzluk iklimi” diyorum.
Pandemiyle birlikte başlayan mutsuzluk iklimini ilk olarak daha fazla satın alma eylemiyle yatıştırmaya çalıştık. Hiç ihtiyacımız olmayan şeyler aldık; hepimiz ev dekorasyonuna, gereksiz ev tipi spor aletlerine, birkaç kez kullanacağımız mutfak ekipmanlarına ve dışarıya çıkamadığımız halde en çok da ayakkabıya para harcadık. Gerçi yıllardır alışverişi bize bir antidepresan olarak öğreten sistemin oluşturduğu plandemide bunu yapmamız anlaşılabilir bir durum.
“Aşırı mutsuzluktan şikayetçi kral kendini mutlu edecek formülü getiren kişiye hazinesinin kapısını sonuna kadar açmış. Ne soytarılar, ne doktorlar gelmiş, simyacılar, hocalar, şeyhler ve hatta cadılar. Her gelen bir şey denemiş ama nafile kral mutsuzluk belasından kurtulamamış. Günün birinde yaşlı bir kadın çıkıp gelmiş kralın huzuruna “dünyanın en mutlu insanının giydiği gömleğini satın alıp giy, hiçbir şeyin kalmayacak” demiş. Kral önce mutsuz mutsuz homurdansa da bir şans tanımak istemiş bu saçma fikre. Ülkenin dört bir yanına saldığı görevliler önce zenginlerin kapılarını çalmış, “zenginler dertsiz olur” demişler “olsa olsa onlar mutlu olur” diye düşünmüşler ama nafile. Zenginlerden dünyanın en mutlu insanı çıkmayınca dağa, bayıra, çayıra, çöle vurmuşlar kendilerini. Günün birinde yıkık dökük bir barakanın önünden geçerken içeriden “Allah’ım, dünyanın en mutlu insanı benim, karnım doydu, yarın da karnımı doyuracak bir işim var, benden mutlusu olamaz.” diye seslerin geldiğini fark etmişler. Hemen kapıyı çalıp içeriye girdiklerinde ise adamın sırtında bir gömleği bile olmadığını görmüşler.”
Şu sıralar biraz daha mutlu olmak için yapmayacağımız şey yok. Bu bazen bir garibin sırtındaki gömleğini de almaya yeltenmek olabiliyor. Bu garip de bazen en yakınımız olabiliyor.
Halbuki mutluluk basittir. Zor ve karmaşık şeylerin içinde olmaz. Azlığın ve sıradan olan şeylerin içinde olur. Fazla olan her şey bizi mutsuz eder; insan, harcama, koşturmaca, düşünce, evham.
Teknolojinin hayatımızın merkezine oturduğu şu günlerde hayat hızla akıp geçerken, sürekli değişen düzene ayak uydurmak pek mümkün değil. Zira insan doğanın bir parçası olarak sakinlikten ve doğru ritimden beslenir.
Sakin kalmaya, güzel şeylere vakit ayırmaya ve fazla olan her şeyden arınmaya her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Mutlu kalın...
Tüm dünyada eş zamanlı yangınlar başladı. Bu dönemin fenomeni şu; başlayan her negatif olay bir virale dönüşüyor. Yangınlar da tıpkı koronavirüs gibi bir virale dönüştü.
Her kötülük hızla yayılıp dünyayı sarabiliyor.
Bu kimine göre küreselcilerin ulus devletleri dize getirme politikasının bir adımı.
Kimine göre, küresel ısınmanın bir sonucu.
Hangi açıdan bakarsak bakalım, bu yangınların bir tesadüf olmadığı kesin...
PKK terör örgütünün Türkiye'deki yangınları sahiplenmesi, bu yangınların küresel bir oyunun parçası olduğunu tam manasıyla ispat ediyor diyebiliriz.
Bu oyunu küresel bir gücün kurduğuna dair bir kanıt daha var; küreselcilerin dijital kölelerinin bu organizasyonda isteyerek ya da istemeyerek aktif rol alması. Ulus devletlerin afet dönemlerinde birbirlerine yardım etmesi dünyanın en olağan hareketi. Fakat bu yardımları konuyla hiçbir alakası olmamasına ve gerçeği yansıtmamasına rağmen fenomenlerin ve influencerların talep ediyor olması size de biraz garip gelmiyor mu?
Sanki darbe, iç savaş veya benzeri bir olay yaşanmış da devletin kendini idare edecek bir iradesi kalmamış havası estirmek kime yarar sağlar? Aslında bu yardım dilenme operasyonu iki şeye kapı açar; birincisi, içerideki gençlere, özellikle Z kuşağına ‘devletin seni korumaktan aciz’ hissi verir, ikincisi ise dışarıda hazır olda bekleyenlere zemin hazırlar. Ekonomik algı operasyonları zaten birkaç yıldır gençlere birinci ihtimalin kanıksanması için zemin hazırlamıştı.
Evet. Bu yangınlar, pandemi ve viral olan her şey küresel gücün bizi dize getirmek veya bir şekle sokmak için kullandığı aparatlar.
Sakin kalmalı ve olan biteni doğru anlamalıyız.
"İkna edilmişlerle yola çıkılmaz, inanmışlarla çıkılır." Çok değerli bir öğüt bu. Son günlerde gelişen olaylar karşısında hem toplumun hem de medya ve siyaset dünyasının tutumlarına baktıkça şaşıp kalıyorum. Koca bir toplum, siyaset ve medyanın topyekûn kirlenmiş olduğuna ikna edilmeye çalışılıyor. Bunun sebebini anlamaya çalışırken bir abimle yaptığım sohbet ayılmama sebep oldu; belki de toplum kendini ne kadar yozlaşmış ve suçlu kabul ediyorsa siyaseti de o kadar yozlaşmış ve suçlu kabul ediyordur. Sahiden böyle.
Artık kimseyi bu konuda magazinden uzaklaşmaları ve hakikate odaklanmaları konusunda ikna etmeye çalışmayacağım. Herkes olayın işine gelen tarafına baksın.
***
İnsanın içine ansızın doğuveriyor; senin o değer verdiğin ve güvendiğin insan bir hülyadan ibaret diye. Boşluğa bakıyorum o an, bana bunu düşündüren nedir diye; bazen bir küçük söz, bazen bir tavır. Son yıllarımızda samimi dostlukların değil planlanmış networklerin parçası olmaya başladık. Dolayısıyla bu samimiyetsizliğin yerine sessizliği ve yalnızlığı tercih eder olduk. Artık en samimisi bu; insanlardan uzak kendine yakın. Böyle huzurlusun.
***
Çocukluğuma denk gelen Merve Kavakçı hadisesi ve sonrasında yaşanılanların zihnimde yarattığı tahribat geçenlerde gün yüzüne çıktı. Kendini üstün, ‘özgür’ ve özel' olarak gören bir takım insanlara karşı duyduğum öfkeyi anlatamam. Öfkemi diri tutanlara teşekkür ediyor bu öfkeme sebep olan 'vampirlerle' mücadelemi son nefesime kadar sürdüreceğimi bir kez daha ilan ediyorum. Bu da benim cihadım.
Muhalefetin illegal bir adama siyasetin içerisinde muhatap arama çalışmaları sürerken; bu illegal adamın tek muhatabı muhalefetin bizzat kendisi oldu. Siyaseti siyasetçilerle değil, suç örgütü liderleriyle yapan muhalefete yakışır bir son aslında bu. Malum; PKK'lısı DHKP-C'lisi FETÖ'cüsü de daha önce CHP'li siyasetçilerin muhatabı olmuştu. Mafya neden eksik kalsın? Nihayet yıllardır marjinalleşiyor dediğimiz CHP adeta bir ‘suç ve suçlu merkezine’ dönüşmeyi başardı. Tabi bu ‘suç merkezi’ kavramının içine sık sık taciz ve tecavüz skandallarıyla yüzyüze kalan, devlet adamlarının kapılarında erketeye yatıp gözetleyen örgüt üyelerini de eklemesek hatrı kalır.
Bu yolunu kaybetmiş muhalefet, siyasetin seviyesini kopyala-yapıştır-fotoğraf üret ve algı oluştur noktasına kadar indirdi. Her neresinden bakarsak bakalım siyaset üretemeyen, çözüm sunamayan, iddia koyamayan muhalafet doğal olarak yalan, iftira ve suç üretir oldu. Kim bilir bir gün iktidar olmayı başarılarsa photoshop ile ne İHA/SİHA'lar üretir, ne yerli otomobiller yaparlar. Bir hayal edin ne kolay, açıyorsunuz bilgisayarı hoop dünyanın en büyük heykelini saniyeler içinde çizivermişsiniz.
Bir faydamız olsun duyuralım; muhalefete photoshop seviyesinde siyaset bilen genç arkadaşlar aranıyor.
Yeri gelmişken; konu ülkenin liderini NATO zirvesinde güçsüz, iradesiz, Biden'ın elini öpermiş gibi göstermek ne işlerine yarayacak çok merak ediyorum. Üstelik gerçek tam da tersiyken... Bir dua bırakıyorum, amin buyurun; Allahım sen bunları ıslah et.
Eski Türkiye yakamızı asla bırakmıyor. Daha doğrusu eski kötüler, eski alışkanlıklarını bırakamıyor.
Darbeyle, davayla, iftirayla yapamadıklarını şimdi de eski defterleri eski usul açıp bugünle bağdaştırmaya çalışıyorlar. Mevzu Uğur Mumcu cinayetine kadar gitti. PKK'nın kuruluşuna kadar da gidecek.
90'larda yaşanan gayrimeşru olayların bugünle, Erdoğan'la veya günümüz siyasileriyle ne ilgisi var diyorsunuz. Elbette bir ilgisi yok!
Amaç; zihinlerde 90'lar prangasından kurtulamadık, hâlâ devlet-mafya elele kolkola operasyon yapıyor, gazeteci-mafya iş birlikleri devam ediyor havası estirmek.
Kime yarıyor?
Bu kara propagandanın üstünde kim tepiniyorsa ona yarıyor. Ortaya atılan hiç bir iddianın ispatı sunulmuyor, ortaya delil konulmuyor sadece söylem var. İçeride kim sahipleniyor; muhalefet!
Kim söyletiyor?
Ortaya atılan iddialara bakınca fetövari söylemleri hissetmek mümkün. Süreç FETÖ ile başlamadı ama FETÖ'nün servis ettiği argümanlarla devam ediyor.
Neden?
İçerideki ve dışarıdaki muhalefet tüm yatırımını Türkiye'nin (Erdoğan'ın) pandemi sürecinden mutlak başarısızlıkla çıkacağına yaptı. Üst üste gelen aşı anlaşmaları ve pandemi sürecinin mutlak başarıyla yönetilmesi muhalefetin tüm beklentilerini çürüttü. Ellerindeki son kozu oynuyorlar. Yıllardır tüm dünyaya; gazetecileri, siyasileri tutuklayan bir Türkiye anlatanlar şimdi de mafya devleti bir ülke anlatmak ve hem içeride hem de dışarıda zihinlerde istedikleri algıyı pekiştirmek istiyorlar.
Sonra ne mi olacak?
Erdoğan'a ve kurmaylarına yönelik yapılacak her türlü uluslararası operasyonu halkın gözünde muteber hale getirmiş olacaklar.
Erdoğan'ın parelel yapılanmalara, çetelerle karşı verdiği mücadeleyi unutma. Telkine maruz kalma. Manüplasyona gelme. Kötülerin seni eski Türkiye'ye hapsetmesine müsaade etme.
Akdeniz’den Karadeniz’e, Hint Okyanusu’ndan Afrika’ya kadar her köşede gerilim var. Savaşın ayak seslerini gözlerinizi kapattığınızda bile hissedebilirsiniz.
Bu sefer maşalar değil belli ki ağalar savaşacak.
Belli ki kıyamet kopacak.
Peki bu kıyamet yaklaşırken biz ne yapmışız?
Türkiye, 10 yıldır Suriye’den Akdeniz’e, savunma sanayinden teknoloji üretimine kadar her alanda çalışmış da çalışmış. Hazırlanmış. Önleyici ve geliştirici birçok adım atmış yani. Bugüne bakıp dün yapılan yatırımları, atılan adımları anlamak artık çok daha kolay.
Libya’da ne işimiz varmış, Suriye’ye niye girmişiz, Akdeniz’de verdiğimiz mücadeleyi, savunma sanayindeki atakları şimdi daha iyi idrak edebiliyoruz.
Peki bu 10 yılda devlet böyle çalışırken muhalefet ne
yapmış?
Libya’ya girme demiş mi?
Suriye’deki varlığımıza muhalefet etmiş mi?
Akdeniz’e de yerli silah üretimine de kendi enerjimizi
üretmemize de muhalefet etmiş mi?
Etmiş!
Muhalefeti anlamak çok kolay; devlet dışarıda mücadele ederken içerde problem çıkarmak; içerde her şey yolunda giderken bizi dışarıya şikayet etmek.
Şimdi dışarda mücadele veriyoruz onlar da içeride ellerinden gelen en iyi provokasyonu yapıyorlar. Üç vakte kadar dışarıda gerilim bitip işler yoluna girince, ekonomi toparlanıp hayat normale dönünce bu sefer dışarıya açılacaklar “Erdoğan diktatör, basın özgürlüğü yok, seçimler için demokratik koşullar sağlanmıyor” diye diye başlayacaklar şikayet etmeye.
Kullanım kılavuzları belli, sayfayı başa alıp alıp oynayacaklar. Kısacası biz dışarıdaysak içeride, içerideysek dışarıda cephe açmaya memur bir muhalefetimiz var.
Görevlerini yerine getirmek için Aylan bebeği de kullanırlar gencecik öğrencileri de.
Türkiye’de muhalefet bu! Biz işimize bakalım.
Haftalardır yalan dedik, altı boş dedik. Cevabı olmayan bir soru dedik. Hatta bir soru bile değil, kara propaganda bu dedik. Bürokrasiden siyasete birçok yetkili, dili döndüğü elinden geldiğince konuyu ifade etmeye çalıştı.
CHP'li siyasiler baktılar bu yalanda iş var, Nasrettin Hoca misali “ya tutarsa” diye topluma yalan çalmaya devam ettiler.
Tam oluyordu, tam kıvama gelmişti ki her seferinde olduğu gibi bu yalan da ellerinde patlayıverdi.
CHP hiç olmayan 128 milyar doları ararken başka bir şey buldu; partide yalan söyleyemeyen biri varmış. Çoktan mahkemesini kurmuş, dar ağacını hazırlamışlardır İhsan Kesici'nin, ona şüphe yok. Eh bize “Allah razı olsun” demek düşer.
Farkettiniz mi, her tweetimizin altına gelip “128 milyar dolar” sloganı yapıştıranlar da tıpkı Fazilet Durağı yalanında olduğu gibi bir anda ortadan kayboluverdi.
Bitti sanmayın bu yalanı ancak daha büyük bir yalan örter, hazır olun. Ama yeni yalanları servis edilene kadar sevgili CHP'lilerin hesabını sorabilecekleri bir kayıp milyar hikayesi var. İmamoğlu'na borç olarak aldığı 43 milyarla ne yaptığını, İBB'yi 27 yıl sonra ilk defa nasıl yasal olarak borçlanamaz hale getirdiğini sorabilirler mesela.
Ya da Kemal Bey’e tanesi 3-4 milyon olan 3 farklı makam arabası kullanma lüksünü nereden bulduğunu sorabilirler. Bir de benim için şu soruyu sorarlarsa çok makbule geçer; eski mutfak dolaplarının önünde çektiği ucuz videolar, 4 milyon liralık lüks arabaya bindiği gerçeğini bize unutturabilir mi sanıyor gerçekten?
Yalan bitti ama Kemal Bey de görevini yerine getirdi; darbe bildirisi gündemini bir çırpıda değiştirdi. Yedik mi? Yedik. Hadi afiyet olsun.
Cevap vermeyin kardeşim şunlara.
Diyelim ki siz dünyanın en mantıklı cevabını verdiniz;
Mesela “Türk askerinin Suriye’de ne işi var” dediklerinde aldıkları kadar net bir cevap verdiniz diyelim.
“Türkiye’nin Akdeniz’de, Libya’da ne işi var” dediklerinde verdiğiniz cevap kadar somut bir cevap verdiniz.
Ne değişiyor hayatımızda? Karşımıza geçip pişmiş kelle gibi sırıtmıyorlar mı?
Vallahi sırıtıyorlar.
Mesela İçişleri Bakanı terörle bir mücadele ediyorsa, bunların ürettiği yalanların doğrularını aktarmak için iki kat daha fazla mücadele vermiyor mu? Bakanı verdiği mücadele değil bunların yalanları yıprattı be!
“Yalan fare deliğinden geçer, doğru kapılardan sığmaz” misali yine doğruyu anlatacağız derken anlatamaz olduk. Sığamadık kapılardan.
Yalan söyle, ısrarla söyle, bağırarak söyle. Bu CHP’nin son 20 yıldır kurumsal olarak uyguladığı bir iletişim stratejisi. Yalanı öyle ısrarla söylüyorlar, öyle bağırarak söylüyorlar ki doğruyu duyamıyoruz bile.
Evet. Bir siyasi partinin iletişim stratejisi bu.
Duvarlarda, pankartlarda, sosyal medyada birçok mecrada bir kampanyaya dönüştürdüler “128 milyar dolar nerede?” söylemini. Ajans oturmuş, logo bile çalışmış, iki güne şarkısı da çıkar! Bütçe ayırmışlar yani bu işe. Web siteleri, capsler, videolar havada uçuşuyor. Baya para akıtmışlar.
Cevabı olmayan bir soru, daha doğrusu “bu ne saçma bir soru” demekten başka cevabı yok. Sorunun tek amacı kafa karıştırmak, suyu bulandırmak.
Aslında ortada bir soru da yok soru şekline bürünmüş kara propaganda var.
Verebileceğiniz tek cevap: Hangi 128 milyar dolar?
Bir muhabir basın toplantısında Kılıçdaroğlu’na “hangi 128 milyar dolardan bahsediyorsunuz, detaylarını bir anlatabilir misiniz?” diye sorsa oracıkta biter bu kara propaganda.
İddia ediyorum son yılların en büyük yalan operasyonu bu.
Emin olun Fazilet durağı yalanını unutturacak bu yalan.
Size de oluyordur, gün içinde manasızca kendinizi kızgın halde bulduğunuz; “yahu ben şimdi kime kızdım, niye kızdım” dediğiniz zamanlar…
Ben kendi sebebimi buldum; sosyal medya!
Ne lanet bir yer oldu burası hakikaten. Bütün sinir sistemimizi alt üst etmeye yetiyor beş dakika gezinmek.
Bugün de gezinirken bir tweet’e denk geldim, o an fark etmesem de biraz vakit geçtikten sonra gördüğüm şeye kızdığımı hissetim.
İYİ Partili Lütfü Türkkan “Bu Ramazan’da hurma değil, incir alacağım. Zor durumdaki Türk üreticisi kazansın. Dövizim dışarı gitmesin. Türkiye kazansın” demiş.
Döviz dışarı gitmesin elbette…
Türk üreticisi de kazansın hemfikirim…
Şimdi Lütfü Beye birkaç bilgi verelim.
İncir üretiminde ve ihracatında birinci sıradayız, DÜNYA’DA!
2014 yılında 171 milyon dolar olan ihracatımız 2020 yılında 350 milyon doları geçti.
Çiftçi memnun, mutlu. 40-60 bin ton olan üretimini yeni ağaçlar dikerek 90 bin tona kadar çıkarmış durumda.
Ben sizin derdinizin incirle, çiftçiyle alakalı olmadığını çok iyi biliyorum. Biliyorum da anlatması birkaç satıra sığmaz.
Belki de Ramazan’da hurma tüketmenin bir peygamber sünneti olması rahatsız etmiştir sizi! Yine de zanla hareket etmiyor, bunu sadece bir ihtimal olarak iliştiriyorum buraya.
Ama ülkemize faydası olacağını düşündüğüm, konuşulması gereken birkaç mesele var;
İlla memleketimiz kazansın istiyorsanız, önce ittifakınız için partilerin yerli ve milli olanını seçin.
Dağdan ithal edilmiş partilerle ittifak yapmayın.
Söyleyin ittifakınızın üyelerine, illa tüketeceklerse alkolün yerlisini tüketsinler.
Hala batıdan darbe ithal etmeye çalışanlarla ittifak yapmayın mesela.
Aklını FETÖ’den ithal edenlerle de tabi.
Tweet’inize 59 bin like atan sevgili takipçilerinize de bir sözüm var. Meyvenin bile faşistliğini yapıyorsunuz. Her sabah kahvaltıda süte ithal mısır gevreği koyup sırf Filistinli bir Arap topladı diye hurmaya tavır alıyorsunuz. Allah akıl fikir versin…
Gıda faşistliği de gördük ya daha ne göreceğiz bakalım.
Bu dünyada doğruları görebilmek için duyma veya okuma yetisine sahip olmak yeterli bir eylem değil artık.
Dijital dünya bizi koca bir yalan rüzgarının içinde harmanlayıp duruyor.
Yalanı önce söyleyenin kazandığı bir platformda bizler ise elimizdeki süsleyemediğimiz doğrularla köşe bucak bir tebliğci gibi dolaşıyoruz.
Biz “abi şu yalan, bu yalan, bu da yalan” demekten güzel gerçekleri sunmaya vakit bile bulamıyoruz.
Elimizde hakikatli güzellikler, muhteşem başarılar var ama kimseye anlatamıyoruz. Bi masa etrafına oturunca da hep konu buraya gelmiyor mu zaten?
“Anlatamıyoruz abi.”
Adam çıkıyor “bilmem kaç milyar dolar nerede”diye gerine gerine bağırıyor mesela. Hakikatli bir mitoman herif. Eczacılıktan yalancılığa dikey geçiş yapmış. Halbuki o da biliyor, biraz sakinleştirici alsa hastalığına iyi gelebilir, sadece ona değil topluma bile iyi gelir.
Pandemi baş göstermiş, ihracat durmuş tüm finansal dengen bir kaç aylığına şaşmış. Gelir düşmüş ama borçlarını da ödemen lazım, ne yaparsın? Bütçen açık verecek, borç alacaksın elindeki imkanları da kullanacaksın.
Kullanmışız da! Adamlar bi yalanın tuttuğunu anladıklarında daha güçlü ve daha istikrarlı söylemeye başlıyorlar. Öyle bi hale getiriyorlar ki “hakikaten böyle bir durum var herhalde kardeşim” derken buluyorsun kendini.
Yok kardeşim! Yok! Artık bunlara kulak kabartmayı bırakın.
Onlara tam tersini sorun; 2001 yılında 25 milyar dolar olan rezervler nasıl oldu da 135 milyar dolara kadar çıktı?
Erdoğan cebinden mi koydu bu aradaki farkı?
İşler iyi giderken yükselmesi kadar pandemi şartlarında işler kötü giderken düşmesi de normal değil midir?
Neyse!
Kanal İstanbul konusunda da durum farklı değil aslında. Bilmeden, okumadan atıp tutuyorlar.
Ellerine tek bir teknik veri almadan, projenin detayına bakmadan atıp tutuyorlar.
Siz değil miydiniz kardeşim üçüncü köprüyü istemeyen, Avrasya’yı, Yeni Havalimanını, üçüncü çevre yolunu istemeyen?
Hadi İstanbul elinizde gelin bi simülasyon yapalım. 1 haftalığına kapatalım bu hizmetleri.
Bakalım nasıl yöneteceksiniz sizin istediğiniz şartlarda olan İstanbul’u!
Anlamadığınız, araştırmadığınız işlere karışmayın artık.
İttifaklara pamuk ipliği ile bağlı partinizde belediyecilik, tacizcilik, katakullicilik, ihalecilik falan oynayın. Onu da ancak 3 yıl daha oynarsınız!