Milyonlarca çalışanı dört gözle beklediği asgari ücretle ilgili kritik tarih artık belli oldu. Asgari Ücret Tespit Komisyonu, yeni yılda geçerli olacak asgari ücret için ilk toplantıyı 1 Aralık'ta gerçekleştirecek. Doğrudan 7 milyondan fazla çalışanı, dolaylı olarak ise tüm vatandaşları ilgilendiren yeni asgari ücreti belirleme çalışmalarının 1 Aralık'ta Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'ndaki ilk toplantıyla başlayacağı duyuruldu.
Bu görüşmeleri 15 üyeden oluşan Asgari Ücret Tespit Komisyonu yürütecek. İlk toplantı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nda gerçekleştirilecek. Hükümet, işçi ve işveren tarafıyla bir araya gelecek. İşçi tarafını Türk-İş, işveren tarafını TİSK temsil edecek. İlk toplantıda merakla beklenen takvim belirlenecek. Asgari ücretin belirlenmesinde enflasyon ve geçinme endeksleri göz önünde bulundurulacak.
İkinci toplantı Türk-İş'te olacak. İşçi tarafı beklentilerini dile getirecek. Üçüncü toplantıya ise işveren tarafı TİSK ev sahipliği yapacak. Son toplantı ise karar toplantısı olacak. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nda olacak bu toplantıda,, asgari ücret artık belli olacak. Uzlaşı olması durumunda süreç erken tamamlanmış olacak.
Asgari ücrette yeni rakamın belirlenmesiyle birlikte işsizlik maaşı ve staj ücretleri artacak. Genel sağlık sigortası primleri, askerlik, doğum ve yurt dışı borçlanma tutarlarında da değişiklikler meydana gelecek.
Mevcut asgari ücret net 11.402 lira
Asgari ücret 1 Temmuz itibarıyla net 11 bin 402 liraya yükseltilmişti. Asgari ücret desteği ise 500 lira olmuştu.
Cevdet Yılmaz'dan asgari ücret açıklaması
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Anadolu Yayıncılar Federasyonu'nun düzenlediği organizasyonunda gazeteciler ile bir araya geldi.
Yılmaz, İhracatçılara sağlanan desteklerden Türkiye'nin büyüme hızına, asgari ücretten emekli aylık artışlarına, deprem harcamalarından kira artışlarına pek çok konuda açıklamalarda bulundu.
Yılmaz'ın açıklamasından satır başları;
Şimdi öncelikle asgari ücreti tartışırken yapılanlardan başlamak gerekir. Asgari ücrete bu yıl biliyorsunuz yüzde 107 artış gerçekleştirildi. Asgari ücret artışı enflasyonun üstünde gerçekleşti. Reel olarak asgari ücreti koruyucu çok ciddi tedbirler alındı. Yaptığımız artışlara ilaveten yine geçen yıl tarihi bir adım attık ve asgari ücrete kadar tüm ücretlerde vergi muafiyeti getirdik. Sadece bu muafiyetin tutarı 500 milyar lira civarında. Yani buna vergi harcaması diyoruz.
Dolayısıyla asgari ücret anlamında çok önemli bir çerçeve oluştu. Bu müzakere sürecine gelecek olursak, müzakereler üçlü bir şekilde yürütülüyor. Yani sadece kamunun bu konuda perspektifini paylaşması yeterli değil elbette. İşin kamu, işçi ve işveren tarafı var. Sosyal diyalog dediğimiz bir mekanizmayla bütün şartlar belirleniyor. Sosyal diyalog mekanizmaları çalışmadan önce yorum yapmayı doğru bulmuyorum.
Görüşmeler başlayacak, Aralık ayı içinde sosyal diyalog mekanizması çalışacak. Orada elbette işçilerimizin refah beklentileri, işletmelerimizin de rekabet gücünü devam ettirme, istihdamı devam ettirme gibi beklentileri olacaktır. Kamu kesimi de bu dengeyi gözetecektir diye düşünüyorum. Dolayısıyla bu üçlü mekanizmanın, diyalog mekanizmasının işleyişini gördükten sonra yorum yapmak daha doğru olur.
İhracatçılarımızı çok önemsiyoruz. Az önce bahsetmiştim başlangıçta. Bütün yaparken yatırım, ihracat, istihdam bunları gözeterek yapacağız diye konuşmuştum. Cumhurbaşkanımızın çizdiği perspektifte ihracatçılara da yine Merkez Bankamız bu anlamda farklı bir uygulama yapıyor. Biliyorsunuz bu faiz oranları arttırılırken reeskont kredileri arttırılmadı. Bu da işte aynı bir yansıması bir taraftan makro politikalarda güncelleme yapılırken bir taraftan da ihracatçıların daha düşük maliyetle kredi kullanımı konusunda çabamızı devam ettiriyoruz. Yine diğer birtakım sosyal konulara da dikkat edilerek bütün bunlar gerçekleştiriliyor. ihracatta örneğin kredi- iskonto oranı azami 25.93'te sabit tutuldu. Son faiz artımı yaptırılırken oran değiştirilmedi. Bu da işte ihracatçıya verdiğimiz önem önceliğin bir yansıması.
Son pakette de yine ihracatçılarımızla ilgili sevindirici bir gelişme var. Meclisimize giden teklifte kurumlar vergisini üçe ayırmıştık biliyorsunuz. Mali kuruluşlara, bankacılara yüzde 30 kurumlar vergisi söz konusu, normal işletmeler yüzde 25 kurumlar vergisi ödemek durumunda. İhracatçı firmalarda ise bu oran yüzde 20. İhracatçıyı destekleyen politikalarımızın vergisel bir boyutu olarak. Bundan ihracatçı firmalarımız doğrudan ihracat yaptığında istifade ediyorlardı ama dış ticaret şirketleri aracılığıyla ihracat yapan, daha çok küçük ölçekli işletmelerimiz istifade edemiyorlardı. Şimdi getirdiğimiz düzenlemeyle dış ticaret şirketleri kanalıyla ihracat yapan KOBİ'ler de vergisel avantajdan istifade etmiş olacaklar. Dolayısıyla ihracatı elimizdeki imkanları azami ölçüde zorlayarak desteklemeye devam edeceğiz. Bunun bir yansıması da işte meclise gönderdiğimiz bu kanun. Önemli bir vergiden fedakarlık yaparak KOBİ'leri, ihracatçı KOBİ'leri destekleyici bir adım atmış oluyoruz. Merkez Bankamızda faiz oranlarını azaltarak bunu yapıyor.
EKK gündemi
Yarın Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantımız var. Orada da yine bu ihracat konularını ele alacağız. Ticaret Bakanımızın sunumları olacak. EXİM Bank'la ilgili, ihracatla ilgili nasıl gidiyoruz? Yapılması gereken, atılması gereken yeni adımlar var mı? Bunları yarınki EKK toplantımızda da değerlendireceğiz.
Piyasalarda önceden fiyatlama sorunu
Şimdi esas mesele şu; ücretlerle ilgili şunu söylemek isterim. Daha önceki asgari ücret tartışmasıyla da ilgili, esas olan bizim vatandaşımızın satın alma gücünü arttırmamız. Dolayısıyla enflasyonu düşürme perspektifimiz aslında kalıcı bir şekilde refah artışının önünü açan bir perspektif. Bunu yapmadığınız sürece çok yüksek artışlar da yapsanız sonuçta enflasyon bunun satın alma gücünü eritiyor zaman içinde. Kalıcı bir şekilde refah artışı yapmanın yolu enflasyonu düşürmekten geçiyor.
Bu konuda da tüm toplumsal kesimlerin bir uzlaşması gerekiyor açıkçası. Gerektiğinde bazı fedakârlıkların da yapılması gerekiyor. Başka türlü bu bir toplumsal fedakârlık da gerektiriyor enflasyonla mücadele. Kısa vadede belki bazı zorluklar yaşayacağız ama orta-uzun vadede daha sağlıklı bir şekilde refahımızı arttırmış olacağız. İşin özü bu.
Dolayısıyla bahsettiğiniz şey çok önemli bence de. Sosyal medyada, medyada veya siyasi çevrelerde gerçeklerden kopuk bir takım algıların oluşturulması, anlık bazda insanlarımızın hoşuna gitse de kalıcı refah artışı getirmeyen hadiseler. Bizim yapmamız gereken kalıcı refahı sağlamak, buna dönük adımları atmak, güçlendirmek. Bu da herkese bir sorumluluk yüklüyor aslında. Siyasetçiler olarak bizlere de yüklüyor. Sağlıklı analizler yapıp vatandaşımıza bizim her şeyin artısını, eksisini göstermemiz lazım ki vatandaşımız da tercihini buna göre yapabilsin, gerçekleştirebilsin. Birincisi bu, ikincisi yine sizin altını çizdiğiniz bu denge çok önemli. Yani belli bir kesime sadece bir şey yapıp diğer toplumsal kesimlere yapmazsanız dengeyi bozmuş olursunuz. Bir şey yapılacaksa bütün toplumsal kesimlere belli bir denge içinde, bir adalet ölçütü içinde yaklaşılması gerekiyor. Ayrıcalıklı bir grup oluşturup ona sadece bir iyileştirme yapmayı bu anlamda doğru bulmuyoruz. Daha dengeli bir şekilde farklı kesimleri gözeterek kaynaklarımızı kullanmak zorundayız.
Sonuçta belli sınırlı kaynaklarımız var. Hiçbir ülkenin sınırsız kaynakları yok. Var olan kaynakları en verimli şekilde, en dengeli şekilde dağıtma meselesi, ekonomi dediğimiz hadisenin özünü de oluşturan işlerden bir tanesi bu.
Bu anlamda popülizm sizin bahsettiğiniz yani gerçek kalıcı sosyal refahı değil, çok kısa vadeli birtakım gündemleri oluşturma meselesi. Buna aslında toplumumuz cevabı seçimlerde verdi. Defalarca bu cevabı verdi. Eğer bu popülist söylemlere toplumumuz prim verseydi bugün başka partiler iktidarda olurdu. Hiçbir hesap kitap yapmadan hiçbir programı planı olmadan sadece ve sadece o anda insanların hoşuna gitsin diye birçok rakamlar telaffuz eden ana muhalefet veya başka partiler oldu. Ama toplum bunlara prim vermedi. Sonuçta daha makul bir çizgide planlı, programlı bir şekilde kalıcı refah artışı sağlayacak olan partilere, liderlere destek oldu toplumumuz. Bence toplum bu anlamda üzerine düşeni yapıyor. Daha çok burada belki medyanın da bilmiyorum kendi içinde bir tartışması olmalı diye inanıyorum ben. Sosyal medyada tabii yapacak bir şey yok. Hani bir algı oluşturuluyor. Yani orada çok farklı birtakım algılar oluşturulabiliyor. Az sayıda insanın oluşturduğu algılara büyük çoğunlukların teslim olmaması lazım diye inanıyorum ben. Rakamlara dayalı, analizlere dayalı, uzun vadeli bir perspektifle bu meselelere yaklaşmamız lazım.
''EYT daha birmiş bir süreç değil''
Emeklilikle ilgili primle ücret arasında aktüeryal denge olması gerekiyor. Sürdürülebilirlik açısından bu böyle. Emekli maaşını primlerle ödüyoruz, çalışanlar prim ödüyor o primlerle emeklinin maaşını ödüyoruz. Normalde 3-4 çalışan olmalı ki bir tane emeklinin maaşını ödeyebilelim. Türkiye'de bu denge özellikle EYT'den sonra oldukça düşük düzeylere gerilemiş durumda. EYT daha bitmiş bir süreç değil. 2 milyon insan emekli oldu ama daha gelecek 3 milyon kişi daha var. Böyle bir yükle de karşı karşıyayız. Bunun da ilerisi için yansımaları var. Bu hakikaten sosyal güvenlik sistemimiz üzerinde çok önemli bir baskı unsuru oluşturdu. Bu durumu bütçemizin imkanları dahilinde elimizden geldiğince yönetmek durumundayız.
Sosyal güvenliğe transfer ettiğimiz kaynaklar farklı isimler arasında. Bir doğrudan transfer var farklı isimlerle transferler var. 1 trilyona yakın kaynağı sosyal güvenlik sistemimize transfer ediyoruz. Bununla da emeklilerimizin maaşlarını ödüyoruz. AK Parti döneminde reel olarak son 20 yıla baktığımız zaman ciddi artışlar oldu. 65 yaş aylığından en düşük aylığa varıncaya kadar hepsinde ciddi artışlar yaptık. Hem sayı olarak hem de reel olarak ücretler arttı. Son dönemlerdeki enflasyon tabi yeniden bütün kesimlerde olduğu gibi emekli kesimlerimizde de tartışmalar oluşturmuş durumda. Burada da 7500 dediğimiz rakam artışı yüzde 143'lük bir artışa tekabül ediyor. Bir yıl içinde 2 defa artırmış olduk. Asgari ücrette ve asgari emekli maaşında. Biz kanunen bunu yaptık.
Sosyal güvenlik sisteminde asgari emekli aylığı diye bir kavram yok ama kanunen biz bunu gerçekleştirdik ve en düşük aylığı 7500 olacak şekilde düzenlemeyi yaptık. Artı bu dönem 5 bin lira biliyorsunuz bütün emeklilerimize bir katkıda bulunuyoruz. Bu düzenleme çalışmayan emekliler için önce düzenlenmişti. Daha sonra çalışan emekliler için düşük gelirli bazı kesimlerin de bundan istifade edemeyeceği gibi bir takım detaylar ortaya çıkınca yeniden değerlendirildi ve bütün kesimlere bunun yapılması gerektiği yönünde bir yaklaşım oluştu. Yine meclisimizdeki düzenlemelerle bu gerçekleştirilecek. Ve tüm 4,7 milyon emeklimize ilave 5 bin lira verilecek. Artı yılsonunda memur emeklilerine memur zam artışı yansıyacak. Bütçe imkanlarımızı sonuna kadar zorlayarak elimizden geldiğince bütün kesimleri destekleyici bir yaklaşımımız olacak.
Bunu yaparken Türkiye'nin şuan büyük bir deprem yüküyle karşı karşıya olduğunu bir taraftan da enflasyonu düşürmek sorumluluğuyla karşı karşıya olduğunu unutmamamız gerekiyor. Maalesef kamuoyu olarak depremi ve deprem gündemini çabuk unuttuk. Depreme bölgesine acil müdahalelerimiz bitince sanki deprem bitti gibi bir algı oluştu, bunu sürekli olarak gündemimizde tutmamız gerekiyor. Asıl mali yükü şimdi yükleniyoruz. Yüzbinlerce konut yeniden inşa ediliyor. Tahrip olmuş alt yapılar yeniden yapılıyor. Bir taraftan da bölgedeki ekonomik sosyal hayat canlandırılmaya çalışılıyor. Sadece bu sene 762 milyar gelecek sene 1 trilyon 28 milyar gibi deprem bölgesine harcama olarak rakamlardan bahsediyoruz. Orta vadede de 3 trilyonun üzerinde bir kaynağı deprem için kullanmış olacağız. Bir taraftan da yapılan diğer ücret artışları fedakarlık derken bunu kastediyorum. Öcnelikle afetlerin yaralarını sarmamız gerekiyor.
AK Parti'nin başından beri anlayışı şu olmuştur; geniş toplum kesimlerine dar gelirli kesimlere destek olmak satın alma güçlerini artırmak ve destekleyici politikalar gerçekleştirmek bizim başından beri temel politikamız. Yine enflasyon karşısında ezdirmemek bu yaklaşımımızı önümüzdeki dönem de devam ettireceğiz. Dünyadaki ekonomik gerçekleri bilerek konuşmak durumundayız. Türkiye'de AK Parti'nin en önemli başarılarından bir tanesi bu şemsiyeyi tüm kesimleri kapsar şekilde geliştirmesi oldu. Bazı partiler sosyal demokrasinin lafını ediyor ama gerçeği yok ortada. Sosyal demokrasi anlamında en büyük adımları sağlıkta ve sosyal güvenlikte AK Parti attı. Toplumumuzun tamamına yakını bir sosyal güvenlik şemsiyesi altında. Dünyanın en etkili sağlık sistemlerinden birine sahibiz. Hizmetlere erişmek için başka ülkelerden ülkemize gelenleri biliyoruz. Bu şemsiyeyi güçlendirmek geliştirmek her zaman amacımız.
Belli bir dönem için değil, sürekli bir şekilde bu sistemin işleyişi, bu da sisteme daha fazla kaynağın gelmesiyle mümkün. Bu anlamda orta vadeli programda, planda sosyal güvenlik sistemimizi güçlendirici yeni bir takım çalışmalar yapılacağına dair politikalarımız var. Bazı yenilikçi mekanizmalar öneriliyor, bunlar kurumlarımız tarafından çalışılacak, belli bir teknik olgunluğa geldikten sonra da hükümet bunu değerlendirecek. Henüz o anlamda somut söyleyebileceğimiz bir şey yok doğrusu ama nereye gideceğimize dair orta vadeli programda zaten çerçeveyi koymuş durumdayız.
Konut kiraları
Kiralarla ilgili bu Yüzde 25 şartı bir yılına uzatılmıştı biliyorsunuz. Muhtemelen bu dezenflasyonist döneme girdiğimiz bir ortamda artık böyle bir ihtiyacımız kalmayacak önümüzdeki dönem. Hakikaten farklılıklar oluştu. Aynı binada çok farklı kiralar, ücretler, bu çok sağlıklı bir durum değil, belli bir süre içinde bu dengeye oturacaktır inşallah. Orada da önemli olan bu dezenflasyonist süreci, 2024'ün ortalarından itibaren zaten ciddi anlamda bir dezenflasyon sürecine girmiş olacağız. Böyle bir tartışmaya da ihtiyaç kalmayacak diye düşünüyorum ben doğrusu.
Konut kredisi, sosyal konut konusunda finans kesimiyle görüştüğümüzde bir orandan, bir paketten ziyade ikinci ve üçüncü konutta kredi imkanını zorlaştırarak, düzenlemelerle var olan kaynağımızı ilk konut alacaklara odaklamak istediğimizi söylemiştik. Yapacağımız destek dediğimiz, o toplantı çerçevesinde söylediğimiz bu. İlk konutu niye önemli görüyoruz? İlk konut sahipliği sosyal adalet açısından çok önemli, ikincisi makro politikalar açısından da çok önemli. Geçmişte DPT ve Dünya Bankası bir çalışma yapmıştık, orada şu çıktı ortaya, ilk konut sahipliği toplam tasarruf oranını arttırıyor bu ülke. Şimdi kendi çevrenizden de bakın, ikinci konutunu ne kadar verimli kullanıyor insanlar? Üçüncüyü ne kadar kullanabiliyorlar? Bazen işte yazlık var, kışlık var, haftada üç gün gittiği yere dünya kadar kaynak sarf ediyor insanlar.
En verimli konut, toplumsal faydayı en üst düzeye çıkaran konut, ilk konut, insanların ilk kullandığı konut. Makro ekonomi tasarruf oranları da neyle ilgili? Cari açıkla ilgili, siz yeterince tasarruf yapmazsanız başkalarının tasarruflarını kullanmak zorunda kalıyorsunuz, ona da cari açık denir. Dolayısıyla ilk konutu önemli görüyoruz, ayrıcalıklı bir alan olarak görüyoruz. Zaten düzenlemeler yaptı biliyorsunuz Merkez Bankamız ve BDDK, şu anda ikinci konut almak, üçüncü konut için kredi almak çok zorlaştırıldı. TOKİ'yle sosyal proje konutlarımız var biliyorsunuz. İlk defa geçen yıl ve bu yıl bütçeden TOKİ'ye bu amaçla kaynak koyduk. Geçmişte hiç bütçeden TOKİ'ye para verilmezdi. Geçen yıl ve bu yıl bütçemize sosyal konut için kaynak ayırıyoruz. Bu amaçla sosyal konut üretsin diye TOKİ'ye kaynak transfer ediyoruz bütçeden.
Sosyal konut arzını arttırmamız lazım. Arzı arttırmadan sadece kredi imkanı sağlarsanız konut piyasasında fiyatları yükseltmiş olursunuz. İyilik yapalım derken kötülük yapmış olursunuz. Yani böyle bir durum var. Dolayısıyla öncelikle arz ve talep dengesi içinde bakmamız lazım. Hem arzı arttırıp, hem düşük faizli kredi verdiğinizde anlamlı olur o zaman. İkisini bir arada düşünmemiz lazım. Aksi takdirde sadece avantajlı kredi veriyoruz dediğimizde konut fiyatları artacak. Vatandaş yine sıkıntı yaşamış olacak. Dolayısıyla öyle bir yöntem düşünmüyoruz doğrusu. Arz ve talep dengesi içinde ikisini aynı anda geliştirici bir formülasyon içinde bu konuları konuşmaya devam edeceğiz. Sosyal konut her zaman gündemimizde hiçbir zaman ihmal edeceğimiz bir konu değil. Enflasyonu düşürmek için de sosyal refah için de toplam tasarruflarımızı arttırmak için de konut meselesi gıda meselesiyle birlikte en kritik alanlardan.
Türkiye'nin büyüme hızı
20 yıllık ortalama 5,4. Bu yıl 4,4 gelecek yıl 4 diyoruz. Zaten büyüme de belli oranda daha ılımlı bir büyüme diyelim. Bu yıl ve gelecek yıl ortaya koymuş durumdayız. Dünya'ya göre yine daha iyi ama bizim geçmiş performansımıza göre bir miktar istikrar programlarının bir etkisiyle bir miktar zaten büyümede oransal farklılık var. Burada orandan daha kıymetli olan bence kompozisyonu. Ana politikamız şu, tüketimi elbette yok etmek istemiyoruz. Tüketim de çok kıymetli, sosyal refah getiriyor. Ama aşırı tüketim, özellikle ithalatı körükleyici bir tüketim yerine yatırımla, üretimle, ihracatla büyüyen bir ekonomi. Bizim makro politikalarımızın işin özü bu. Tüketimi daha dengeli bir şekilde götürme, aşırı tüketimden kaçınma, tasarruf oranlarımızı arttırma, tasarruflarımızı da yatırımlara, ihracata, üretime kanalize ederek sağlıklı, iyi bir büyüme kompozisyonu yakalamak. Bunu yaptığınız zaman enflasyonla mücadeleyi ve büyümeyi eş zamanlı sürdürebiliyorsunuz. Büyümenin kompozisyonu önemli. Tüketimden gelsin dediğiniz zaman bu enflasyonist bir etki de oluşturabiliyor. Ama arzı arttırarak, yatırımı arttırarak, ihracatı arttırarak büyüdüğünüzde bu enflasyonla mücadelenize katkı da sunabilir.
Çünkü sonuçta enflasyon dediğiniz bir arz-talep dengesi. Üretim imkanlarınızı arttırdıkça o dengeye oradan da katkıda bulunuyorsunuz. Bir miktar tüketim talebini ılımlı hale getirme, bir taraftan da belli kalemlerde arzı arttırma, üretimi arttırma yaklaşımı. Bu da şunu gösteriyor, büyümeyle enflasyon zorunlu olarak çelişen süreçler değil. Makro politikalar açısından baktığımızda ders kitapları, textbook diyorlar ya, ders kitaplarında tabii ki bu açmaz var. Ya enflasyon ya büyüme falan. Ama pratikte böyle bir açmaz yok. Bunu AK Parti ilk döneminde yaşadı. 2003-2007 dönemine baktığınız zaman hem hızlı bir şekilde enflasyonun düştüğü hem de oldukça yüksek bir büyümenin sağlandığı bir dönem oldu. Demek ki pratikte bu iş aynı anda olabiliyor. Nasıl oluyor? İstikrar oluyor, güven ortamı oluyor, sermaye daha fazla ülkeye cezbediliyor vesaire.
Yani bir takım şartlar oluştuğunda hem istikrarı sağlamanız hem de büyümeyi sürdürmeniz mümkün. Bu ders kitaplarındaki o genel teorik çerçeveye çok uymuyor gibi görünse de pratikte mümkün. Bunu başarıp enflasyonu bir yılda düşürelim dersiniz, eyvallah bak orada katılıyorum size. Büyüme önemli değil, istihdam önemli değil, sosyal dengelerin hiçbir önemi yok diye bakarsanız bir yılda düşürürsünüz yani. Ama bu 10. kattan birini aşağıya atmak gibi bir şey olur. Bir anda bir sürü sorun yaşarsınız, sosyal sorun yaşarsınız ve ciddi anlamda toplumu yaralarsınız. Dolayısıyla buradaki esas mesele az önce söylediğim gibi birçok dengeyi gözeterek enflasyonu düşürme gayreti. Yoksa çok daha kısa bir sürede de bunu elbette yapabilirsiniz ama bunun bedeli var. Bunun sosyal bedeli var, ekonomik bedeli var. Dolayısıyla o dengeleri gözeterek gitmek durumundayız. Biz de onu yapıyoruz, 3 yıllık bir perspektifle aşama aşama büyüme dengesini de gözeterek. Bir taraftan sosyal refah dengesini de gözeterek bunu başaracağız diyoruz.
Dolayısıyla öyle çok fren tabir edeceğimiz bir durum görmüyorum ben doğrusu ama daha ılımlı diyelim. Bir geçmişe göre daha ılımlı, daha dengeli bir büyüme, kompozisyonu da daha farklı bir büyüme süreci görüyorum.
''Türkiye ekonomik olarak da finansal olarak da haksızlıklara uğramış bir ülke''
Bizim 20 yıllık süreçte her dönemde çetelerle, mafyayla, bir takım kara parayla mücadele ettik. Ve hiçbir dönemde bu önceliğimiz değişmedi. Burada her dönem aynı mücadeleyi yapıyoruz. Bizi finansal olarak baktığınızda bir gri liste meselesi var tabii. Maalesef Türkiye hak etmediği bir takım hadiselerle de karşılaşıyor. Bunları sadece teknik, ekonomik olarak izah etmek mümkün değil bence. Uluslararası siyasette, Gazze'de de yaşananlardan çok daha net bir şekilde görüyoruz diyelim toplum olarak. Belli ülkeler kendi çıkarları söz konusu olduğunda her türlü enstrümanı kullanabiliyorlar. Ve ne bir hukuk, ne ahlak, ne başka bir ölçü dinlemeden bir takım işler yapabiliyorlar. Türkiye bu anlamda ekonomik olarak da finansal olarak da haksızlıklara uğramış bir ülke. Türkiye ile hiçbir şekilde mukayese edilemeyecek bir takım ülkeleri Türkiye'nin önüne çıkarma gayretleri olduğunu da görüyoruz, biliyoruz. Bunu yapıyorlar maalesef. Ama biz bunlara bakmadan yolumuza devam ediyoruz.
Sonuçta bu kendi yapmamız gerekenleri yapıyoruz ve şuna inanıyoruz. Eninde sonunda dünyadaki yatırımcı gerçeklere bakacaktır, algılarla değil, rakamlarla, gerçeklerle hareket edecektir. Ve Türkiye'de bir karlı ortam gören herkes Türkiye'yi tercih edecektir. Bu anlamda gri listeden çıkma konusunda bir tek düzenleme eksiğimiz var, o da kripto paralar konusunda. Onunla ilgili de zaten belli çalışmalar yapılıyor, o konularda da belli adımlar atılacak. Türkiye haksız bir şekilde bu listelerde ve en kısa sürede buralardan çıkmasını bekliyoruz. Ama burada da siyasi etkilerin de olduğunu ben ifade etmek isterim. Ne kadar siyasi etki olursa olsun ama biz doğru politikalar izlediğimiz sürece, gecikmeli de olsa biraz zorlayarak da olsa eninde sonunda gerçekler hakim olacaktır diye de inanıyorum. Yatırımcı, dünyadaki makul analiz yapan insanlar, bu algılara değil, gerçeklere, rakamlara bakarak hareket edeceklerdir diye düşünüyorum.