Özel Röportaj/Hasan Birgül – Hacı Mehmet Boyraz Hacı Mehmet Boyraz Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde Doktora çalışmalarına devam etmekte ve SETA Avrupa Araştırmaları Direktörlüğünde görev yapmaktadır.
Trump Sonrası Dönemde Trans-Atlantik İlişkileri Genel Olarak Ne Bekliyor?
Yeni Başkan Joe Biden döneminde trans-Atlantik ilişkilerin nasıl bir seyir izleyeceğine dair yorum yapmadan evvel Trump döneminde neler yaşandığını kısaca hatırlamakta fayda var. Öncelikle İkinci Dünya Savaşını takip eden dönemde ABD, İngiltere ve Almanya gibi büyük Avrupa ülkeleriyle özel birer ilişki biçimi kurduğunu söyleyelim. Bu ülkeler dışında ABD, diğer Avrupa ülkeleriyle da genel olarak olumlu ilişkiler inşa etmiş ve 1950’lerde temeli atılan ve bugün Avrupa Birliği’ne dönüşen bütünleşme sürecine her daim destek vermiştir. Aynı şekilde taraflar ortak tehdit Rusya’ya karşı güvenliğin temini adına NATO etrafında bir araya gelmiş ve ortak savunma ilkesini benimsemiştir.
Karşılıklı güvene dayalı olarak uzun yıllar devam eden trans-Atlantik ilişkiler, Trump’ın “Önce Amerika” stratejisi sebebiyle bazı noktalarda hasar görmüştür.
Mesela Trump, trans-Atlantik güvenlik mimarisinin merkezinde yer alan NATO’yu “modası geçmiş” şekilde nitelendirince tam da Rusya’nın agresif politikalar izlediği bir dönemde birçok Avrupa ülkesinde güvenlik endişeleri baş göstermiştir. Trump bunun da ötesine giderek Almanya gibi düşük savunma bütçesine sahip Avrupa ülkelerinin yıllık savunma harcamalarını en az yüzde 2’ye çıkarmamaları durumunda NATO anlaşmasında yer alan ortak savunma taahhüdüne uyulmayacağını ima etmiştir. İşte bu tür gelişmeler hem Atlantik’in doğu yakasında ciddi güvenlik endişelerine yol açmış hem de ABD’ye duyulan güveni sarsmıştır. Bunların dışında Trump döneminde iki taraf İran ile varılan nükleer anlaşma ve Paris iklim anlaşması gibi daha birçok konuda uzlaşmazlıklar baş göstermiştir.
Bu tür olumsuz gelişmelere karşın Biden dönemine dair şimdiden olumlu bir havanın oluştuğunu söyleyebiliriz. Zira yeni başkanın dış politikada Avrupa ülkeleriyle ilişkilere dair pozitif bir ajandaya sahip olmasından ötürü özellikle Avrupa’daki trans-Atlantikçi kanat nezdinde iyimser beklentiler oluşmuştur. Örneğin AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, “Bizi hasım görmeyen bir başkanla çalışmaktan memnuniyet duyacağız” açıklamasıyla bu iyimser beklentiyi en açık şekilde ortaya koymuştur. Bunun yanı sıra ABD ve Avrupa’daki trans-Atlantikçiler, küresel siyasetteki konumunu her geçen gün güçlendiren Çin’e karşı birlikte adım atılması gerektiğine inanıyor. Buradan hareket edersek trans-Atlantik ilişkilerin Biden’la birlikte yavaş yavaş normalleşeceğini ve Trump öncesinde olduğu gibi karşılıklı güven ortamının yeniden tesis edileceğini söyleyebiliriz.
Peki, Ekonomiye Dair Nasıl Bir Beklenti Var?
Öncelikle ABD ile Avrupa ülkeleri arasındaki ekonomik ilişkilerin büyüklüğüne dair bazı somut verileri paylaşmakta yarar var. Mesela bir bütün halinde ABD ve 27 AB üyesi ülke arasındaki toplam ticaret hacmi bugün 1 trilyon dolardan fazla. Avrupa Komisyonu verilerine göre de tüm AB ülkelerindeki Amerikan yatırımları Asya ülkelerindeki Amerikan yatırımlarının üç katı ve ABD’deki AB menşeli yatırımlar Hindistan ve Çin’deki AB yatırımlarının sekiz katı.
Bu somut verileri göz önünde bulundurduğumuzda iki taraf arasındaki ekonomik ilişkilerin boyutunu daha rahat anlayabiliriz. Ancak burada önemli bir husus olarak bu ticaret hacminde Amerikan ekonomisinin her yıl en az 100 milyar dolar açık verdiğini gözden kaçırmayalım. Zaten 2016 yılındaki seçim sürecinde Trump, bu ticaret açığını sık sık dile getirmiş ve göreve gelmesi durumunda bu ticaret açığıyla mücadele edeceğini söylemişti. Nitekim göreve geldikten sonra Trump, küresel liberal ekonominin amiral gemisi konumundaki ülkesinde korumacı ekonomi politikalarına yöneldi. Bu çerçevede örneğin Trump yönetimi AB’den yapılan çelik ve alüminyum ithalatına ilave gümrük vergileri koydu. Buna karşılık Brüksel yönetimi de birçok Amerikan ürününe yeni vergiler getirdi. Yani trans-Atlantik ilişkilerde daha önce hiç görülmeyen şeyleri Trump döneminde gördük.
Bu tür olumsuz gelişmelere karşın Biden, Demokrat kimliğin verdiği etkiyle daha liberal ekonomi politikaları vaat ettiği için trans-Atlantik ekonomik ilişkilerde daha olumlu beklentiler var. Zira az önce de söylediğim gibi iki taraf arasında muazzam bir ticaret hacmi var ve bu ticaret hacmi daha da genişleyebilecek potansiyelde. Buradan hareket edersek önümüzdeki süreçte öncelikle iki taraf arasında güncel şartlara uygun bir serbest ticaret anlaşmasına yönelik görüşmeler tekrar başlayabilir. Ancak Trump’ın sık sık dile getirdiği ticaret açığı tartışması Biden döneminde de devam edebilir ve bu açığın giderilmesine yönelik yeni yönetim, Avrupalı ortaklarını çok fazla rahatsız etmeyecek şekilde adım atabilir.
Aslında bilindiği üzere Obama döneminde kamuoyunda daha çok “TTIP” olarak bilinen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı görüşmeleri başlamıştı. Ancak Trump genel olarak korumacı ekonomi politikaları benimsediği için göreve geldikten sonra bu görüşmeleri askıya aldı. Biden ise daha liberal olduğu için bu görüşmelerin tekrar başlaması gündemde. Esasında Obama’nın başkan yardımcılığı yaptığı dönemde Biden, TTIP görüşmelerini destekliyordu. Ancak bundan daha da önemlisi 2020 Kasım ayı içerisinde Çin’in öncülüğünde Asya-Pasifik bölgesindeki toplam on beş ülke arasında dünyanın en büyük serbest ticaret alanını oluşturmak için bir anlaşma imzalandı. İşte bunu da göz önüne alırsak Biden’ın Atlantik’in iki tarafı için de bir ekonomik tehdit olarak görülen Çin’i ekonomik açıdan da dengelemek için mecburen bir adım atması gerekecek.
Sonuçlandırmam gerekirse Biden döneminde trans-Atlantik ilişkilerin ekonomik ayağına dair de olumlu beklentilerin olduğunu söyleyebilirim.
Son olarak Biden Döneminde ABD-İngiltere İlişkileri Nasıl Bir Seyir İzleyecek?
Bildiğiniz gibi ABD’nin Avrupa’da siyasi ve ekonomik açıdan en özel ilişkilere sahip olduğu ülkelerin başında İngiltere geliyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Washington ve Londra arasında kurulan ve tam manasıyla stratejik ortaklık olarak adlandırılabilecek ikili ilişkiler genel olarak olumlu bir seyir izlemiştir. Zaman zaman siyasete ve ekonomiye dair ufak tefek anlaşmazlıklar olsa da İngiltere her daim ABD ile birlikte hareket etmiştir. Ki bunun en somut örneklerini yakın zamanda Afganistan, Irak ve Suriye’de gördük. Ekonomik olarak da iki tarafın ticaret hacmi 2019 yılında yaklaşık 270 milyar doları gördü.
Yakın zamanda ise özel bir durum olarak bahsetmemiz gereken en ilginç konu Trump yönetiminin İngiltere’nin AB’den ayrılık süreci olarak bilinen Brexit’e destek vermesi olmuştur. Zira önceki Amerikan hükümetleri İngiltere’yi AB içerisindeki “güvenli ortak” olarak gördükleri için AB içinde kalmasına destek vermişlerdir. Ancak Trump yönetimi bu çizginin dışına çıkarak farklı bir tutum ortaya koymuş ve Brexit’i desteklemiştir. Biden döneminde ise karşılıklı güvene dayalı ABD-İngiltere ilişkilerinin siyasi ve ekonomik açıdan devam etmesi bekleniyor. Yani iki taraf arasında yapısal ya da dönemsel bir sorun bulunmadığı için önümüzdeki süreçte köklü bir değişim ya da olumsuz bir gelişme beklenmiyor.