İki kıtanın buluştuğu nokta konumlandırılan Kız Kulesinin efsaneleri nedir? Antik Çağdan Bizans’a ve ardından Osmanlı'ya kadar Kız Kulesinin kısa tarihi nedir?
İstanbul denilince ilk aklımıza gelen Kız Kulesi, Boğaz’ın siluetinin ayrılmaz bir parçasıdır. Avrupalı tarihçiler arasında Leander Kulesi olarak adlandırdıkları Kız Kulesi’nin tarihi Milattan Önce 410 tarihine dayandırılıyor. Antikçağ döneminden kalan Kız Kulesi, günümüzde Üsküdar’ın, İstanbul’un ve Türkiye’nin simgeler arasında yer alıyor. İstanbul’un tarihi ile eş zamanlı olan Kız Kulesi, Antikçağdan, Eski Yunan’a, Bizans İmparatorluğuna ve Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyetine uzanan tarihi ile İstanbul’un en önemli tarihi yapılarından biridir.
ANTİK DÖNEMDE OSMANLI DEVLETİ’NE KIZ KULESİ TARİHİ
Evliya Çelebi, Seyahatname’de Kız Kulesi’ni “Deniz içinde karadan bir ok atımı uzak, dört köşe, sanatkârane yapılmış bir yüksek kuledir. Yüksekliği tam 80 arşındır. Yüzölçümü ise iki yüz adımdır, iki taraftan yerde kapısı vardır.” şeklinde tarif ediyor. Kız Kulesi ilk olarak Milattan Önce 410 yıllarında Atinalı komutan Alkibiades tarafından, Boğazdan geçen gemileri kontrol etmek ve vergi almak için inşa edildi. İstanbul Roma hakimiyetine girdikten sonra kule gümrük istasyonu, Yuna döneminde mezar, Osmanlı döneminde karantina, sürgün ve savunma amacıyla kullanılmıştır. Fakat 2500 yıllık döngü içerisinde gemilere yol gösterme amacını hiç kaybetmemiştir.
Roma İmparatorluğu hakimiyetinde Bizans İmparatoru, Manuel Comnenos kız kulesinin yapı taşlarını güçlendirerek tam bir kule görünümünü alarak savunma binası haline geldi. Osmanlı Devleti döneminde restore edilerek mehter takımının gösterilerine sahne oldu. İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet döneminde adadaki kule yıktırılıp yerine ahşap bir kule inşa edilir. Ancak yaptırılan bu ahşap kule 1719’da çıkan yangınla kül olur ve 1725 yılında şehrin Başmimarı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından bu günkü görünümünü alacak şekilde inşa edildi.
1725 yılında yeniden inşa edilirken kulenin üst kısmı değiştirilerek üst tarafa camlı bir köşk ve onun üzerine de kurşunla kaplı bir kubbe eklenir. Osmanlı tarihinde yalnız bir defa ve bir kişi için hapishane olarak kullanılır. Buraya, 18. yüzyılın şöhretli vezirlerinden Hekimoğlu Ali Paşa öldürülmek için götürülür. III. Osman'ın annesi Şehsuvar Kadın Efendi'nin ricası üzerine affedilince bir süre burada hapsedilir, sonra sürgüne gönderilir.
KIZ KULESİ İLK KEZ NE ZAMAN ZİYARETE AÇILDI?
19. yüzyılda dönemin en ünlü hattatı Rakim Efendi kule kapısının üzerindeki mermere Sultan II. Mahmut'un tuğrasını taşıyan bir kitabe yerleştirir. 1857'de Kuleye tekrar fener ilave edilir ve 1920 yılında fenerin lambası otomatik ışık sistemine kavuşur. Kız kulesi, 1830’daki kolera salgınında karantina hastanesi ve radyo istasyonu olarak Osmanlı döneminde birçok farklı amaç için kullanılmıştır. Cumhuriyet’ten sonra bir süre deniz feneri olarak da kullanılan kule; 1964 Savunma Bakanlığı’na, 1982 Denizcilik İşletmeleri’ne devredilir. Kızkulesi’nin, 1995 yılında Turizm Bakanlığı tarafından işletmesinin 49 yıllığına Hamoğlu Holding’e kiralanmasının ardından, Kule’nin restorasyon süreci başladı. 2000 yılında tamamlana restorasyon sürecinin ardından tarihinde ilk kez Kız Kulesi ziyarete açıldı.
KIZ KULESİ EFSANELERİ
“ATI ALAN ÜSKÜDAR’I GEÇTİ” SÖYLEMİ NEREDEN GELİR?
Battal Gazi ve kulede kalan Osmanlı Tekfurunun kızı ile ilgilidir. İstanbul'u kuşatmak isteyen Battal Gazi sonuç alamaz. Bunun üzerine Kız Kulesi'nin önünde bulunan kıyıda 7 yıl karargâh kurarak bekler. Söylenene göre 7 yıl burada kalmasının asıl sebebi, Üsküdar Tekfuru’nun kızına âşık olmasıdır. Bu durumdan haberdar olan ve korkan Üsküdar Tekfuru, hazineleri ve kızını kuleye kapatır. Şam seferi sonrasında kuleye giren Battal Gazi ve askerleri, tekfurun kızını ve hazineleri alarak uzaklaşır. Halk arasında söylenen ‘’Atı alan Üsküdar’ı geçti.’’ deyişi de buradan gelmektedir…
HERO VE LEANDROS’UN EFSANESİ
‘Hero ve Leandros’un ölümsüz aşk hikayesi, Çanakkale boğazının en dar geçidinde ortaya çıktığı da söylenir. Ancak günümüzde, belki de sahip olduğu romantik dokusundan olsa gerek, Kızkulesi denildiğinde en çok ‘Hero ve Leandros’un efsanesi akıllara gelir. Eski zamanlarda tanrıça Afrodit adına Üsküdar’da bir tapınak bulunurdu. Hero adlı bir rahibe ise bu tapınakta kumrulara bakmakla görevli idi. Düzenli olarak her yıl ilkbaharda, tapınak çevresinde törenler yapılırdı. Yine bu törenlerin bir tanesinde aşkı bulmak isteyen Hero, karşı kıyıdan gelen Leandro ile karşılaşır.
Bu tanışmanın üzerine Leandros, her gece kuleye gelerek Hero’yu görür. Kule ise her gece bu genç aşıkların aşkına tanıklık etmişti. Hero da her gece olduğu gibi meşalesiyle, Leandros’a yol gösterir. Ancak Hero’nun, biricik aşkına yol gösteren meşalesi rüzgarın da etkisiyle söner. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros, nereye doğru yüzeceğini bilemez ve Kule’den gittikçe uzaklaşır. Yorgun ve bitkin düşen Leandros daha fazla dayanamaz ve Boğaz’ın karanlık sularında kaybolur. İçini kaplayan dayanılmaz endişe ile sabaha kadar sevgilisini bekleyen Hero, Leandros’un cansız bedenini karşı kıyıda görünce, bu acıya dayanamaz ve kendini Kız Kulesi'nden Boğaz’ın sularına bırakır.
İMPARATORUN KIZI VE YILAN
Bizans imparatorunun kızı olur ve kızını yetiştirmeleri için ülke bilginlerini görevlendirir. Fakat görevlendirilen bilginlerden bir tanesi, imparatorun kızının 18 yaşına geldiği zaman bir yılan tarafından sokulacağını söyler. Kral bu bilgiden etkilenerek küçük bir ada üzerinde bulunan kız kulesini yaptırır. Bizans imparatoru çok sevdiği kızını bu kuleye yerleştirir ve kendince koruduğunu düşünür. Bizans imparatorunun aldığı tüm bu önlemlere rağmen 18 yaşına basan imparatorun kızı, hediye olarak gönderilen üzüm sepetinin içinden çıkan yılan tarafından sokulur ve zehirlenir.
Bizans imparatoru bu olayla birlikte kaderden kaçılamayacağını anlar. Fakat yine de toprakta yılanlar yem olacağını düşünen imparator, kızının bedenini mumyalatır ve pirinç tabuta koydurur. Bizans imparatoru, kızının bedeninin içerisinde olduğu tabutu Ayasofya'nın yüksek duvarlarından birinin üstüne yerleştirilmesini emreder. Böylece, kızının hiç değilse ölüsünün yılanlardan korunacağını düşünür. Bugün bu tabutun üstünde iki delik olduğu ve yılanın, prensesi ölümünden sonra da rahat bırakmadığı anlatılır.