7 Ekim’de başlayan İsrail-Filistin savaşı, dünyayı ayağa kaldırdı. Avrupa ve Amerika başta olmak üzere pek çok ülke ve sivil toplum kuruluşu, bu savaş için isyan etti. Avrupa ülkelerinin pek çok yerinde Filistin’e destek sloganı atıldı. Maç öncesi seremonilerde futbolcular ve takımlar Filistin’e destek verdi. Öte yandan başta Türkiye olmak üzere pek çok ülke de bir yandan İsrail’i boykot etmeye başladı.
Star Gazetesi’nin yazarı Kamil Yeşil de bununla ilgili kaleme aldığı yazı şu şekilde;
-7 Ekim 2023'ten beri Siyonist İsrail'in, Fravun'un torunu olduğunu gösteren canice katliamlar, bütün dünyada İsrail terör devletine karşı bir uyanışa da vesile oldu. Düne kadar antisemitik diye suçlayabileceği tavır ve duyguları kendi eli ile bütün dünyaya yaymış oldu Siyonist İsrail. Artık 7 Ekim 2023'ten sonra bütün dünyada insanlar, Yahudi komşusundan, tanıdığından, iş yerindeki birinden nefret eder hale geldi, Yahudi tehlikeli bir düşman olarak görmeye başladı. Bundan sonra ötekileştirir, Gazze'deki katliamdan bütün Yahudileri sorumlu tutarsa; bunun sebebi Netanyahu ve onun Siyonist ekibidir. Bu artık antisemitizm değildir. Kendi sivillerine bile silah dağıtan Siyonist zihniyet, halkını ölümün önüne attığının farkında bile değil. Çünkü silah dağıtılmış kişi, Yahudi olmayanların zihnine, bu sivil Yahudi silah taşıyor ve muhtemelen beni öldürecektir duygusunu verecektir ve belki de Yahudi olmayanın önce hareket etmesi ile sivil Yahudi öldürülecektir.
Bütün dünyanın vicdanlı insanları anladılar ki Siyonist İsrail için dünya kendilerinden ibarettir. Dünyada bir Siyonist İsrail vardır bir de diğerleri. Siyonistlere göre diğerleri, siyonist yahudiye destek olmak, yaptıklarını onaylamak durumundadır, Yahudi ne yaparsa haklıdır, denilmesini istiyor. Sakın Siyonist İsrail'e kaş bile kaldırmayın beklentisi içinde iken, dünya şunu gördü ki İsrail, Nazileşmiş, Hitlerleşmiş bir oluşumdur. Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası atan Amerika zihniyeti siyonistlere geçmiştir.
Dünya bir kere daha anladı ki Siyonist İsrail günü geldiğinde bugün kendisine destek veren Avrupa devletlerinin vatandaşlarını da Gazze'de katlettiği Filistinli kadın ve çocuklar gibi katletmekten çekinmeyecektir. Çünkü bir kez yapan bir daha yapar. Bugün Filistinlilerdir hedef, yarın da başkaları olacaktır.
Avrupa ülkeleri, Afrika ülkeleri yine de on binler, yüz binler olarak sokaklara çıkıp protesto etmekten, Siyonistlere lanet okumaktan geri kalmadı, kalmıyor. Sömürgecilik tarihine bakarak sormak yerinde olur:
İngiltere, Fransa, İspanya gibi ülkelerdeki protestolara sevinmeli miyiz? Bu önemli bir sorudur. Çünkü bu görüntüler, halklarda "insanlık ölmemiş" dedirtirken; yöneticilerin, insafta, vicdanda, temel hak ve hürriyetlerde halklarının çok gerisine düştüğünü göstermiştir. Evet, Avrupa yöneticileri, ABD yöneticileri insanlık değerlerinde halklarının gerisindedir.
Bu durum ülkemizde bir kısım insanlarda büyük hayal kırıklığına sebep oldu. Cumhuriyet'in 100. yılında Batı medeniyetini ulaşılması gereken ideal olarak görenlerin, bunun tahsilini yapan ve yaptıranların hayal kırıklığı idi bu. AB'ye girme hedefinden uzaklaşma korkusu ile çağrılar yapıldı. "Bir an önce İsrail'i durdurun ve bizi Avrupa değerlerinden, idealinden uzaklaştırmayın. Yoksa milletimiz Avrupa kriterlerine olan itimadı kaybedecek. İsrail katliamları bitsin ve biz AB perspektifine geri dönelim. Evet böyle oldu.
Çünkü Batı'nın yücelttiği değerler olarak evrensel insan haklarının, hümanizmanın sadece Batılılar ve Yahudiler için olduğu, diğer insanların özellikle Müslüman, Arap, Filistin vs.nin bu değerler kapsamına girmediği açıkça gösterilmiş oldu. Şimdilik sadece siyaset adamları fark ettiler bu ırkçı ve üstenci anlayışı. Pek yakında edebiyat, sinema, müzik gibi sanatlar da işleyeceklerdir.
Batı'nın çöktüğünü görmek Batıcılara çok ağır geldi. Kendileri neyse de nesilleri için çok üzüldüler. Çünkü tutundukları büyük dal kırıldı. Bu hassas kırılganlığı gösteren en önemli olay İstanbul'daki devasa miting ve protestolar oldu. Milyonlar İstanbul'da bir araya geldi. Siyonist İsrail'e en çok korktuğu sonun bir gün başına geleceğini haykırdı.
Müslüman ülkeler başta olmak üzere diğer ülkelerden yükselen Siyonist İsrail karşıtı seslerin, tenkitlerin, ateşkes çağrılarının, Filistin'e gönderilen yiyecek, içecek, sağlık yardımlarının hepsi "pasif direniş"tir. Hamas ve Kassam Tugayları ile Gazze'yi terk etmeyen, şehadeti göze alarak ben buradayım diyen kadınların, çocukların, ihtiyarların dışında herkesin durduğu yer "pasif direniş"tir. Filistin cephesinde aktif direnişe geçmiş tek cephe var: Gazze halkı ve Kassam Tugayları, Hamas Cephesi.
Memleketimizdeki "pasif direniş" veya boykot; Siyonist İsrail'e destek veren siyasi partilere, gazetecilere, kurumlara, İsrail mallarına, İsrail'in sermaye ortaklığı yaptığı firmalara ait ürünlere hatta Siyonist İsrail katliamlarına sessiz kalan kişi ve kurumlara karşı uygulanan boykot olarak çok yönlü işledi ki bu haliyle pasifliği aşan ve dünyada benzeri olmayan bir boykot örneği olmuştur. Diyanet hutbe ve vaazları ile dini bir nitelik de kazandırdı, belediyeler, vakıflar ve diğer sivil toplum kuruluşları ile topyekun bir kıyam hali yaşandı, yaşanıyor.
Bu boykotların etkili olduğu bir gerçektir. Olması gereken de budur. Ancak bu vesile ile öğrendik ki temizlik maddelerinden gıdaya, beyaz eşyadan, banka kartlarına, internetten kitap satışı yapan sitelerden marketlere, kahveden çaya, sigaradan giyime, kalem kağıda kadar hemen bütün insani, zorunlu ihtiyaçların üretiminde Siyonist İsrail ya doğrudan var, ya sermaye ortaklığı ile var ya yönetici olarak var ya sempatizan olarak var. Kısacası memleket meğer Siyonist İsrail tarafından "işgal edilmiş". Türkiye'de durum bu ise Batı'da haydi haydi öyledir. Afrika, Asya ve Arap ülkelerinin durumları da bizden aşağı değildir.
"İçimizdeki İrlandalılar" metaforundan hareketle ürettiğim "İçimizdeki yerli Siyonistler, yerli Siyonistseverler" en çok sinema, müzik, futbol, tv, basın yayın gibi alanlarda ünlü olanların arasından çıktı. Birçoğu "istese" de sesli veya sosyal medyada tepki vermedi, veremedi. Çünkü sinema müzik yapımcıları, jüriler, uluslar arası ödül kurum ve kişileri, internet yayıncılığı, tv.ler hep "siyonistlerin" veya "onların etkisinde" kişilerin ellerinde. Dolayısıyla aydınların, sanatçıların, "ünlü edilmiş" kişilerin ipleri ve gelecekleri de Siyonistlerin elinde. Bir çeşit Siyonist esirleri onlar.
İşgal böyle bir şey değilse nedir?
Kültürel işgal bu değilse nedir?
Burada M. Kemal'i hatırlamakta yarar var. Bu hatırlatmayı özellikle 100 seneden beri Atatürkçülük, Kemalizm adına darbe yapan, Anayasa yazan, kanun çıkaran, millete çemkiren siyasi parti, kurum ve kuruluşlar için yapıyorum.
"Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, iktisadi zaferlerle desteklenmezse payidar olamaz az zamanda söner."
Bu sözlere en çok Atatürkçü, Kemalist olanlar ihanet etti. Çünkü bu ülkeye en büyük ihaneti "montajcı iş adamları", yerli üretime karşı çıkan bürokrasi ve onların destekçisi iş adamları, iş kuruluşları yaptı. Bu ülkeye yapılmış en büyük ihanet terördür, üniter yapıyı hedef almaktır; ikincisi ekonomik ihanettir. Ekonomik ihanet de yerli ve milli üretime engel çıkarıp iğneden ipliğe her şeyi ithalat politikasına bağlayan, Anadolu sermayesini ve girişim gücünü baltalayan hükûmet politikaları ile olmuştur.
Şunu söylemek mümkün pekâlâ:
Türkiye'nin ekonomik olarak belini doğrultamaması, hep dış borca ve dış üretime muhtaç olması için özel bir politika yürütülmüştür. Batılıların bu isteğine uygun iç politikalar geliştirmek de içimizden iş birliği yapacak politikacı, iş adamları, medya mensupları bulmakta zorluk çekmemişlerdir. Böylece hep boyun eğen BM'de, NATO'da, AB'de sesini yükseltemeyen bir ülke olması istenmiştir. Bilinçli politikalardır bunlar.
Türkiye'nin ekonomik olarak kendi kendine yetmesi; yerli ve milli tarım, tohumculuk politikası, hayvancılık, orman, madencilik, savunma ve sağlık sanayii gibi alanlarda bağımsız olması ile mümkündür. Bu alanlardaki başarının boykot listesinde gördüğümüz yabancı ürünlerin yerini yerli ve milli olanların alması ile gerçekleşeceği aşikârdır. Dolayısıyla Gazze, Filistin sorunu bir an önce çözülse de boykot uyguladığımız yerlere ve ürünlere tekrar dönsek diye bekleyenlere şunu söylüyoruz.
Hayır, pasif direnişimiz, boykotumuz geçici değildir süreklidir. Gücümüzü bu süreklilikten alacağız. Kim ki boykot kırıcı, pasif direniş kırıcıdır o istemese de safını Siyonist İsrail tarafında belirlemiş olur. Boykot bir pasif direniş olarak bütün bu alanlarda Siyonist İsrail ile "savaşmaktır." Ve Türkiye bu savaşı mutlaka kazanmalıdır, kazanacaktır.
Bizim bunda tereddüdümüz yoktur. Biz ülke insanı olarak bu savaşı ancak "unutursak", gaflete dalarsak, önemsemezsek kaybedebiliriz.
Daha şimdiden Gazze/Filistin sorunu şöyle veya böyle bir sonuca bağlansın biz de İsrail destekçileri kafelerde kaldığımız yerden devam edelim diye bekleyenler var ve sayıları hiç de az değil. Hayır! Mevzu bu değildir bununla sınırlı değildir.
Nasip olur bir gün Bağımsız Filistin Devleti kurulduktan, Netanyahu ve yönetimi savaş suçlusu olarak yargılanıp mahkum olduktan, Gazze ve diğer yerlere savaş tazminatı ödedikten sonra da bu "ebedi boykot" bitmemeli ve Türk milleti daha ilk okuldan beri tekrar ettiği "Yerli malı, Türk'ün malı, Herkes onu kullanmalı" düsturuna göre hareket etmelidir. Tabii ki bunun böyle olması için hayata dair bütün alanlarda bize ait üretimler olmalıdır. Ancak o zaman tam bağımsız olabiliriz. Bağımsızlık için Siyonist İsrail mallarını, onların ortak veya yönetici olduğu malları terkten sonra yerli ve milli olmayan Fransız, Alman, İngiliz, Amerikan mallarına da ihtiyaç duyulmaması için milli tohum, milli et, milli savunma ve ilaç sanayi, milli ulaşım araçları elzemdir.
Türkiye bu alanlarda kaliteli, milli üretim yaptığında dünyayı da Siyonist İsrail'e para akıtmaktan kurtaracaktır. Çünkü onun yerini TM damgalı ürünler geçecek ve dünya İsrail'den elini desteğini çekmiş olacaktır.
Yazının başına dönerek diyoruz ki şimdilik "pasif direniş" olarak boykottayız. Elbette bu boykot bir sonuç verecektir. Ancak sonuç alabilmemiz için süreklilik gerekir. Tepkisellikten öte, bir bilinç ve topyekun iş birliği eşlik etmelidir boykota.
Hatırlatalım ki İsrail mallarına uygulanan ilk boykot kararı 1931'de düzenlenen ilk Kudüs Konferansı'nda alınmıştı. Topyekun İslam milleti olarak uygulanmadığı ve süreklilik de kazanmadığı hep aynı yere dönüyoruz. Yeni baştan başlıyoruz. Ne yazık ki Fransız karikatür dergisi Charlie Hebdo dergisinin Peygamberimize olan hakaretinden sonra Fransız mallarına uygulanan boykot da kısa bir zaman sonra unutuldu. Oysa bu hususta tam da Yahudi gibi hiçbir zaman unutmayan, unutturmayan ve bu duyarlığı devlet-millet politikası haline getirmek lâzımdı. Hayır bu kez öyle olmayacak, olmamalıdır. "Boykot kırıcı" kim olursa olsun öncelikle Kudüs'e, Filistin'e sonra da milli duyarlığa ihanet etmiş olur. Bu da böyle biline.