Filmleriyle Efsaneleşen Oyuncu: Yılmaz Güney

Türk sinemasının dünyaya açılmasında önemli bir yere sahip olan sanatçı, vefatının 36. yılında anılıyor.

08.09.2020-17:12 - (Son Güncelleme: 08.09.2020-17:05) Filmleriyle Efsaneleşen Oyuncu: Yılmaz Güney

Türk sinemasının 'Çirkin Kral'ı, oyuncu, yönetmen ve senarist Yılmaz Güney, vefatının 36. yılında yad ediliyor.

Asıl adı Yılmaz Pütün olan sanatçı, Hamit ve Güllü Pütün çiftinin çocuğu olarak 1937'de Adana'nın Yenice köyünde dünyaya geldi.

Güney, verdiği bir röportajda çocukluk yıllarını şu sözlerle açıklamıştı:

'Adım, zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve baş eğmez anlamına gelir. Soyadım Pütün ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demektir. 1937 yılında, Türkiye'de, bir güney şehri olan Adana'nın Yenice köyünde doğdum. Kürt asıllı, topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biriyim. Annem dindardı ve okuma yazma bilmezdi. Babam ise okuma yazmayı askerde öğrenmişti. Annem gibi o da hiç okula gitmemişti. Dokuz yaşımdan bu yana hayatımı çalışarak kazandım. İlk işim dana gütmekti.'

Lise yıllarında sinemayla tanıştı

İlk ve orta öğrenimini Adana'da tamamlayan sanatçı, harçlığını çıkarmak üzere, henüz 13 yaşındayken bisikletiyle sinemalara 16 milimetrelik film bobinleri taşıdı, sırtındaki panoda ise film afişlerini sergileyerek sinemaya ilk adımını attı.

Yılmaz Güney, And Film ve Kemal Film şirketlerinin bölge temsilciliklerinde film dağıtıcılığı yaptı. Sanatçının edebiyata ilgisi sinemaya yönelmesinde en önemli sebeplerden biri oldu.

Lise yıllarında çıkardığı 'Doruk' adlı sanat dergisinde hikayeler de kaleme alan sanatçıya, yazdığı bir hikayeden dolayı 1955'te dava açıldı.

Sanatçı, Yaşar Kemal aracılığıyla Yeşilçam'ın usta yönetmenlerinden Atıf Yılmaz'la tanışarak, bir süre onun asistanlığını yaptı. 'Yeni Ufuklar', 'Onüç', 'Pazar Postası' ve 'Bir' dergilerinde de yazıları çıkan Güney, 18 yaşındayken kaleme aldığı 'Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri' adlı öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle bir buçuk yıl hapis cezası aldı.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne 1956'da giren Güney, 1957'de ayrılarak İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne kayıt oldu. Güney, yaptığı bir açıklamada, eğitimine devam edememesini şu sözlerle aktarmıştı:

'1957 yılında İstanbul'a, İktisat Fakültesi'nde öğrenim görme hayalleriyle geldim. Fakat devam edemedim. 1955'ten beri süren takibat ve mahkeme sonuçlanmıştı ve ben başlangıçta 7 buçuk yıl ağır hapis ve 2 buçuk yıl sürgün cezasına çarptırıldım. Daha sonra temyiz mahkemesi kararı bozdu. Yeniden görülen mahkeme sonucu cezam 1 buçuk yıl ağır hapis ve altı ay sürgün cezasına çevrildi. Öğrenimim yarım kalmıştı. Önümdeki tek yol, kendimi hayatın okulunda, hayatın kabul ettiği ve dayattığı öğretmenler aracılığı ile eğitmekti. Öyle yaptım.'

'Bu Vatanın Çocukları' ve 'Alageyik' filmleriyle ilk kez beyazperdede yer aldı

Yılmaz Güney, 1959'da senaryosunu kendisinin kaleme aldığı, Atıf Yılmaz'ın yönettiği 'Bu Vatanın Çocukları' ve 'Alageyik' filmleri ile ilk kez profesyonel anlamda oyunculuk yaptı. Bu filmlerin ardından 'Güney' soyadını kullanmaya başlayan sanatçı, 1961'de Atıf Yılmaz'ın 'Tatlı Bela' film setinde yönetmen yardımcılığı yaparken tutuklandı. Sanatçı, 1962'ye kadar cezaevinde kaldı, 6 ay Konya'ya sürgün edildi.

1963'te yeniden sinemaya dönerek, ağırlıklı olarak macera filmleri çeken ve 1963 yapımı 'İkisi de Cesurdu' adlı filmle seyirci karşısına çıkan sanatçı, senaryosunu yazdığı ve başrolünü oynadığı filmde, 'kabadayı' karakterini oynadı. Filmlerinde haksızlığa uğrayan bir Anadolu çocuğunun isyanını işleyen Güney, aynı yıllarda Çirkin Kral lakabını aldı.

Yönetmenliğini Lütfi Akad'ın yaptığı 1967 yapımı 'Hudutların Kanunu' filmindeki rolüyle, 1967 Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde 'En İyi Erkek Oyuncu' seçilen sanatçı, 'Kahreden Kurşun', 'Ben Öldükçe Yaşarım', 'Kızılırmak', 'Karakoyun', 'İnce Cumali', 'Çirkin Kral', 'Seyit Han', 'Toprağın Gelini', 'Aç Kurtlar', 'Zeyno', 'Acı', 'Vurguncular', 'Baba' ve 'Ağıt'ın da aralarında bulunduğu yüzü aşkın filmde yönetmen, senaryo yazarı ve oyuncu olarak yer aldı.

Yılmaz Güney, 1964'te 'Kamalı Zeybek' filminin çekimleri sırasında tanıştığı oyuncu Nebahat Çehre ile 1967'de evlendi.

Sanatçı, 1968'de Güney Film Yapım'ı kurdu ve aynı dönem çıkarmaya başladığı 'Güney' dergisinde sinema ve sanatla ilgili görüşlerini, şiir ile öykülerini okurların beğenisine sundu.

Askerliğini 1968-1970 yılları arasında tamamlayan Güney, 1970 yılında senarist, yönetmen, yapımcı ve başrol oyuncusu olarak yer aldığı 'Umut' filminde, define bulmak umuduyla bir hocanın peşinde tüm hayatını harcayan yoksul at arabacısı 'Cabbar' karakteriyle sinemada büyük yankı uyandırdı. 'Umut' filmi, Adana Altın Koza Film Festivali'nden 6 ödülle dönerek, Türk sinema tarihinde bir dönüm noktası olarak yer aldı.

Sinema tekniği, dili ve politik yönü ile Yılmaz Güney'in diğer filmlerinden ayrılan 'Umut', daha sonra çekilecek siyasi filmlerin de öncüsü oldu. Yapım, Antalya Altın Portakal Film Festivali'nden 'En İyi Erkek Oyuncu' ve Grenoble Film Festivali'nden 'Seçici Kurul Özel Ödülü'nü kazandı. Sansür Kurulu tarafından yasaklanan film, 2015'te '47. Sinema Yazarları Derneği Türk Sineması Ödül Töreni'nde, yüzyılın en iyi 10 Türk filmi arasında ilk sırada yer aldı.

'Boynu Bükük Öldüler' romanıyla 'Orhan Kemal Roman Ödülü'nü aldı

Güney, yaklaşık bir buçuk yıl evli kaldığı Nebahat Çehre'den 1968'de boşandıktan sonra 1970'te Jale Fatma Süleymangil'le evlendi. Çift, dünyaya gelen çocuklarına Remzi Yılmaz adını verdi. Sanatçı, 1972'de Orhan Kemal Roman Ödülü'nü aldığı 'Boynu Bükük Öldüler' adlı romanında, kendi çocukluğunu anlattığı karaktere oğlu ile aynı adı verdi. Sanatçının ayrıca Elif Güney adında biri kızı daha oldu.

12 Mart muhtırasının ardından yeniden tutuklanan sanatçı, bir hafta gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakılarak 3 ay Nevşehir'e sürgün edildi.

Yılmaz Güney, 1972'nin mart ayında devrimcilere yardım gerekçesiyle yeniden gözaltına alınarak, 10 yıl hapis ve sürgün cezasına çarptırıldı. 1974'te genel afla serbest kalan sanatçı, aynı yıl, yönetmen, yapımcı, senarist ve başrol oyuncusu olarak yer aldığı 'Arkadaş' filmini tamamladı.

Usta oyuncu, 1974'te, bir cinayet olayına adının karışması sonucu 19 yıla mahkum edildi.

Cezaevinde kaldığı süreçte eşine yazdığı mektupları, 'Selimiye Mektupları' adlı kitapta topladı.

'Yol' Cannes'dan 'Altın Palmiye' ile ayrıldı

Yılmaz Güney'in cezaevindeyken senaryosunu kaleme aldığı 'Sürü' filmi, yönetmen Zeki Ökten tarafından beyaz perdeye aktarıldı. Senaryosunu Güney'in yazdığı, yönetmenliğini ise Şerif Gören'in üstlendiği 1981 yapımı 'Yol' filmi ise 1982'de Cannes Film Festivali’nden 'Altın Palmiye' ödülüyle ayrıldı.

1982'de Türk vatandaşlığından çıkarılan sanatçı, Fransa'da 1983'te çektiği 'Duvar' filmiyle 1984'te Cannes Film Festivali 'Jüri Özel Ödülü'ne aday gösterildi.

Türk sinemasının dünyaya açılmasında önemli bir yeri olan, eserleriyle yurt içinde ve yurt dışında çok sayıda ödül alan Güney, 114 filmde oyuncu, 26 filmde yönetmen, 15 filmde yapımcı, 64 filmde ise senarist olarak yer aldı.

Yılmaz Güney, mide kanseri sebebiyle 9 Eylül 1984'te Fransa'da hayata veda etti ve Paris'te Pere Lachaise Mezarlığı'na defnedildi.

Ölümünden sonra kurulan 'Yılmaz Güney Vakfı' eşi Fatoş Güney öncülüğünde eserlerini korumaya ve yayınlamaya yönelik çalışmalar yürütüyor.

DNC Medya
DNC Medya
YORUM YAZ..

BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

En Çok Okunanlar

Modal