Bu yazıda mustafa kemal atatürk'ün yaşadığı ve çok az kişinin bildiği olayı, yakın çevresinin aktarımlarıyla anlatacağız.
Tarih bize öğretilenden çok daha fazlası, araştırıp tarihimizi öğrenip bugünlerimize ve geleceğimize ışık tutmak hepimizin görevi olmak zorunda. bu çerçevede mustafa kemal atatürk'ün çok da duymadığınız tarihi bir olayını ayrıntılarla sizlere anlatmak istedik. kahveler ve çaylar hazırsa buyurun yolculuğa çıkalım.
34. osmanlı padişahı sultan abdülhamid 1905 senesinde askeri akademeyi bitiren yüz başılara diplomalarını vermek üzere istanbul harp akademisi'ndeki mezuniyet törenine katılır.akademi bahçesine tahtın kurulmasının ardından bizzat padişahın elinden diplomalarını almaya başladılar. sultanın elinden diploma alanlardan bir tanesi de genç yüz başı mustafa kemal'dir.koca padişah bu genç yüzbaşının gözlerine baktı ve dudaklarından şu sözcükler döküldü, 'demek geldin!'.. atatürk bunun ne anlama geldiğini bilmiyordu.pek çok kişiye danışsa da bu sözün anlamını uzun yıllar öğrenemeyecekti. ta ki saltanata son verip cumhuriyeti ilan edene kadar..
Cumhuriyetimizin kurucusu mustafa kemal atatürk hakkında pek çok bilgiyi yakında bulunan kişilerden ve silah arkadaşlarının hatıratlarından biliyoruz. şüphesiz ki bu kişilerin en önde gelen kişileri salih bozuk ve kılıç ali'dir. ne yazık ki bu kişilerin yazdığı hatıratlar, bizzat atatürk'ün kurduğu türk tarih kurumu'nda sansürlenmiş ve bazı bölümleri çıkarılmıştır.üstelik bu sansürlenen bilgiler o kadar fazladır ki bir araya toplansa müstakil bir kitap dahi çıkar ve atatürk hakkında henüz hiç duyulmamış birçok bilgiyi de barındırır. salih bozuk'un kapsamlı, kılıç ali'nin ise olaya daha az müdahil olduğu için kısmen daha kapsamsız bir hatıratı vardır.
M.k.atatürk 1936 senesi kış aylarında köşkünde otururken, bir gün salih bozok'u yanına çağırır ve kendisine gelen herhangi bir evrak olursa kimseye ulaşmadan direkt getirilmesini emreder. salih bozok bu emre herhangi bir anlam veremese de kapıdaki nöbetçilere kadar herkesi tembihler.gazi paşa sıkı sık bozak'a kendisine bir evrak gelip gelmediğini sormakta ve her defasında da olumsuz cevap alınca yüzü asılmaktadır. ilk baharda atatürk ve mahiyeti istanbul'a gelerek dolmabahçe'ye yerleşmiştir. bundan sonrasını salih bozok şöyle yazmıştır ;
''paşanın talimatıyla sarayda çalışan herkesi, bir mesaj olursa derhal bana iletmelerini benim de hızla paşaya ileteceğim konusunda sıkı sıkıya tembihlemiştim. pek çok çalışan halktan gelen mektupları ve talepleri tomar tomar bana ulaştırıyordu. bu mektupların içeriğindeyse genel olarak maddi durumu kötü olan vatandaşların iş aş istekleri oluyordu. bir gece sabaha karşı kapıda nöbet tutan askerlerden bir tanesi odamın kapısını çaldı. bir dilencinin paşaya verilmek üzere bir zarf bıraktığını söyledi. zarfı alıp baktım, üzerinde kurt başı şeklinde mühür vardı. vakit çok geç olduğundan paşayı rahatsız etmek istemedim. ertesi gün genç öğretmenler ata'yı ziyarete gelmişti.
Paşanın kulağına ona bir dilencinin zarf bıraktığını söyledim.sessiz olmamı işaret ederek koridora gitmemi istedi. kendisi de öğretmenlerden kibarca izin isteyerek hızla yanıma geldi.birlikte ata'nın çalışma odasına yürümeye başladık.yolda zarfı kimin ne zaman getirdiğini sordu, ben de anlattım. paşa hiddetlenerek neden gelir gelmez bana ulaştırmazsınız diye çıkıştı. çalışma odasına vardığımızda zarfı açmamı emir buyurdu. yavaşça mührü sökerek zarfı açtım. üzerinde değişik semboller olan bir kağıt vardı. paşa ne yazıyor diye sordu, okuyamadığımı söyledim.
Kağıdı benden aldı ve çalışma masasına oturdu. bir başka kağıda matematik işlemleri apmaya başladı. bana odadan çıkmamı emretti.birkaç saat odasından çıkmadı ve tekrar odasına çağırdı. bana bir kağıt uzattı. kağıtta kaba taslak çizilmiş ancak ince detayları yazıyla belirtilmiş bir pelerin vardı. bu pelerini acilen yaptırmamı ve bizzat alakadar olmamı söyledi. bu tamamen siyah, parlak ipek manşetli bir pelerindi. önümüz yaz paşam, kışa daha çok zaman var diyebildim. mevsimleri boşver salih, sen dediğimi yap diye gürledi. bir süre sonra pelerin hazırlandı ve kendisine teslim ettim. bir buçuk ay sonra paşanın isteğiyle florya köşküne gittik.
( florya deniz köşkü istanbul belediyesi tarafından yaptrılmış ve osmanlı döneminde m.k.atatürk'e hediye edilmiştir. türkiye cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı olan atatürk, bölgeye fazlaca ilgi duymaktaydı. )
1936 senesinin kavurucu sıcak bir yaz gününde paşa çok neşelidir. baş yaver celal üner yıllar sonra o günü şöyle anlatacaktır ; 'paşa o sabah çok erken uyandı. köşkte çalışanlara ve bana sık sık şakalar yapıyor ve kahkahalar atıyordu.paşamız yerli yersiz bir heyecan yaşıyordu. bugün için aylar öncesinde bütün planlar günü boş bırakmak üzerine yapılmıştı. bugüne kadar çalışanlar arasında dedikodularla bugünün ne olacağını konuşuyorlardı. bazıları çok önemli bir devlet adamının paşayı ziyaret edeceğini anlatırken, bazıları da yeni bir milli bayram ilan edileceğinden bahsediyordu. akşam olduğunda paşa yemekte rakı istemedi. ayrıca adeti olmadığı halde erkenden odasında istirahate çekildi. koca gün boyunca hiçbir şey olmamıştı ve kimse bu duruma anlam veremiyordu.
Olayın devamını ise salih bozok şu şekide naklediyor ; ' gece 3 sularında uyuduğum sırada paşanın omzumu tutarak uyan salih dediğini duydum. çok şaşırmıştım, çünkü daha önce paşa odama hiç gelmemişti. benden kimseye haber vermememi, sadece güvendiği birkaç kişiyi yanına alarak arabayı hazırlamamı ve birlikte kısa bir yolculuğa çıkacağımızı söyledi. ben de ali ve celal'i uyandırdım. üç tane nöbetçi olarak paşayı kapıda beklemeye başladık. arabayı celal sürecek ve yanında da ben oturacaktım. paşa bizim araçta olacaktı. diğer araçta ise ali ve üç nöbetçi bizi takip edecekti. az sonra kapıda elinde pelerini ile paşa belirdi. pelerin buruşmasın diye özel olarak iltimas gösteriyordu.
Araca bindikten sınra dolmabahçeye doğru gitmemizi istedi. paşa yol boyu tek kelime dahi etmedi. gergin ve düşünceliydi. neler olduğuna bir türlü anlam veremiyorduk. dolmabahçe'ye yaklaştığımızda rumeli hisarı'na doğru devam edelim diye direktif verdi. bir müddet daha gittikten sonra hisar'a birkaç kilometre yakındaki ormanlık aranda durmamızı emretti.tam kapısını açmak için araçtan iniyordum ki eliyle omzumu tuttu. bir süre sessiz kaldıktan sonra alçak bir sesle ''padişah abdülhamid de vakti zamanında buraya gelmişti'' dedi ve bir süre sustu.
Sonra da 'cihanı kim yönetiyor salih!' diye sordu. bunun siyasal bir sou olduğunu düşünüp pek anlayamadım. arkamı dönerek ingilizler mi paşam diye cevap verdim. hafifçe gülümsedi ve ''hayır salih, dünya'yı devletler yönetmez, eski çağlardan beri cemiyetler yönetir.'' diye karşılık verdi. daha sonra kapısını kendi açarak, elinde pelerini ile kapıdan indi. benim oturduğum ön kapının kolunu açmayayım diye kapıyı sıkıca tutuyordu. kesin bir dille kimsenin kendisini takip etmemesini emrederek, koluna astığı pelerini ile ormana doğru girdi.arka araçtan yetişen ali'ye durumu anlattım. içime sinmedi ve birkaç nöbetçiyi paşayı arkadan takip etmeleri için gönderdi. 20 dakika sonra nöbetçiler döndüğünde yüzleri bembeyazdı. paşayı bir süre takip eden nöbetçiler, paşayı aniden gözden kaybetmişti. birden arkalarında beliren paşa sert ve sinirli bir dille nöbetçilere geri dönmesini söylemişti. paşa belli ki ali'nin bu tepkisini hesap etmişti.
Bizler merak içinde beklerken paşa 2 saat sonra gittiği yoldan geri döndü ve kapısını açtım. araca bindikten sonra florya'ya dönelim salih dedi. rahatlamış görünüyordu. köşke dönünce paşa kahvaltı yaptıktan sonra odasına çekildi. bu sıradışı hatıranın ardından geriye pek çok soru işareti kalıyor. bazı yorumcular burada atatürk'ün gizli bir türk teşkilatı ile toplantı yaptığını söylüyor. bazılar da atatürk'ün bir cemiyete üye olduğunu ve bu tür toplantılara daha sonraları da katıldığını söylüyor..
Genel bir çıkarım yapacak olursak, atatürk'e iletilen bu zarf belli ki matematiksel kombinasyonlar ve şifreler barındıran bir not içeriyordu.atatürk bu şifreyi çözmeyi nereden biliyordu? yaz ortasında bu koca siyah pelerin ne için gerekliydi? acaba bu, yapılacak bir toplantı için özel bir üniforma mıydı? günümüzde bile sıradan bir ibadet için bile yüzlerce korumayı yanına alan siyasilerin aksine, atatürk toplantıya giderken neden korumlarını yanına almamıştı? rumeli hisarı o dönem ormanlık bir alanda yolu bile olmayan tenha bir yermiş. abdülhamid han ve mustafa kemal atatürk'ün burada işi neydi? gizli bir görüşme gerçekleştirildiyse, neden bu görüşme için orası seçilmişti? bu görüşme rumeli hisarı'nda mı gerçekleşmişti, yoksa atatürk hedef mi saptırmıştı? bizler bu sorulara tam net cevaplar veremiyoruz. bir takım teorilerimiz olsa da sonuca ulaşamadık. eğer sizlerin aklı bir tümevarım gelirse yorumlarda bize belirtiniz.