Gotik Romantik Bir Örnek: Uğultulu Tepeler

Uğultulu Tepeler, Catherine Earnshaw ve Catherine'in babası tarafından sahiplenilmiş olan Heathcliff arasındaki yoğun ve neredeyse şeytani sevginin tutkulu bir hikayesidir. Bunun da ötesinde hikaye geliştikçe, ilerledikçe karakterlerde fazlaca görünen gelişimi anlatır.

27.08.2020-14:45 - (Son Güncelleme: 27.08.2020-14:43) Gotik Romantik Bir Örnek: Uğultulu Tepeler
Karakterlerde görülen gelişmeyle hikaye kaotik ve şiddetli bir hal almaya başlar. Bronte’nin böylesine karmaşık bir yapıyı başarılı bir şekilde ele alması, bozkır ortamının, korkulu atmosferin, sevginin ve tutkunun tanımı ve şiirsel görkemi, bu eşsiz romanı İngiliz edebiyatının bir başyapıtı haline getirmiştir.

Uğultulu Tepeler, 18. ve 19. yüzyılda gelişen bir roman türü olan Gotik romantizmin klasik bir örneğidir. Doğaüstü olaylar, korkunç atmosfer ve fazlaca gizemler kullanılan bir tür olan Gotik, Emily Bronte tarafından da kullanılmış, kasvetli bir atmosfer içinde vahşi ve ilkel bir manzarada gerçekleşen bir roman ortaya çıkarmasında yardımcı olmuştur. Hikaye, Grange'in yeni kiracısı Bay Lockwood ve Earnshaw ailesinin eski hizmetçisi olan Dean tarafından anlatılır ve okuyucu hikaye içinde hikaye tekniğiyle karşılaşır çünkü hizmetli Nelly Dean yeni kiracıya orada yaşanmış olayları tek tek anlatmaya başlar. Romanın başlarında Uğultulu Tepeler’in tasvirinin oldukça gotik olduğunu görürüz çünkü Lockwood evi tanımlarken oldukça büyük rustik ve grotesk bir ev olduğundan bahseder, havasının da fazlaca şiddetli rüzgarlar barındırması romanın hem ismini oluşturur hem de gotik bir element barındırmış olur zaten. 1770'lerde bir gün evin sahibi olan Bay Earnshaw, çocukları için yeni bir erkek kardeş olabilecek bir çocukla birlikte kasabadan geri döner; Heathcliff adını verdiği küçük, çingene olarak tanımlanan bir çocuktur. Evin oğlu Hindley memnun olmasa da kız kardeşi Catherine oyun arkadaşını bulmuştur. Ancak, Earnshaw öldüğünde ve Hindley evini karısıyla birlikte devraldığında işler ciddi şekilde değişmeye başlar. Heathcliff, Hindley tarafından aşırı zorbalık görüyordur ama bir yandan da Catherine'e aşıktır.

Bir gün Catherine Nelly'ye Heathcliff ile evlenemeyeceğini çünkü onu aşağılayabileceğini söylediği zaman Heathcliff bunu duyar ve evi terk eder. Üstüne üstlük, Catherine, Thrushcross Grange'in zengin sahibi Edgar Linton'ın evlilik teklifini kabul eder. Bir süre geçtikten sonra, zengin bir adam olarak geri dönen Heathcliff, sevdiği kadının Edgar Linton ile evlendiği gerçeğiyle karşılaşır. Hem Hindley’e hem de bu evliliğe duyduğu öfke onun içini intikam arzusuyla doldurur. Zaten bu intikam arzusu hikayeyi gotik yapan bir diğer ögedir. İntikamını biraz da Edgar Linton’ın kardeşiyle evlendiğinde alabileceğini düşünür ama işler sorasında daha karmaşık hal almaya başlar çünkü Isabella’ya acılar çektirir. Bu acıların sonunda Isabella, oğluyla beraber kaçar. Hikayenin ortalarında Catherine, doğum yaptıktan sonra ölünce, Heathcliff’in hali daha da içler acısı olur. Catherine kollarındayken, hayaletlerin var olduğuna inandığını haykırır. Onu terk etmemesi ve her zaman onun yanında durması için Catherine’in ölüsüne yalvarır. Böylece aslında diğer bir gotik element olan doğaüstü olayları görürüz romanda çünkü Catherine gerçekten de hayalet olarak geri dönmüştür. Hatta bunu romanın başlarında Bay Lockwood’dan da duyarız çünkü ona rüya gibi gelse de Catherine’in hayaleti ona da görünmüştür. Tabii bir de sonlara doğru bir komşu çocuğunun iki ölen karakteri, yani Heathcliff ve Catherine’i el ele giderken gördüğünü söylemesi başka bir doğaüstü olayı gösterir okuyucuya.

Romandaki intikam, doğaüstü olaylar, kasvetli hava ve grotesk yapılara ek olarak, gotik türün en önemli elementlerinden biri olan ölüm de çok fazla görülür bu eserde. Hindley, Hindley’nin eşi, Catherine, Isabella, Edgar ve en sonunda da Heathcliff ölümü tatmışlardır. Hikayede çok az kişi kalmıştır böylece, onlar da Heathcliff’in hayattayken üzerinde intikamını sürdürmeye devam ettiği çocuklardır yani Edgar ve Catherine’in kızı Cathy, Hindley ve Frances’in oğlu Hareton ve Isabella ile kendisinin oğlu olan Edgar. Bir başka yadsınamayacak gotik olay ise Heathcliff'in hayattayken Catherine’in mezarının başında ağlaması, mezarını kazdırması ve hatta mezarcıya öldüğünde onun yanına gömülmesi için rüşvet vermesidir. Yaşarken de öldüğünde de her ne şekilde olursa olsun hep onun yanında olmak istiyordur, bu olay başlı başına kasvetli bir hava barındırır ve bu büyük aşk da hikayeyi romantik bir eser yapar.
YORUM YAZ..
Modal