27.06.2020-13:50 (Son Güncelleme:27.06.2020-13:47)

Suriye'deki Savaşın Başlangıç Yıl Dönümü

Tam 8 yıl önce bugün Suriye Devlet Başkanı Beşar El Esad ülkesinin iç savaşa sürüklendiğini açıkladı. Ve bu videomuzda bu savaşı anlatmaya çalışacağız.

26 Ocak 2011'te başlayan gösteriler, 15 Mart 2011'de Dera'da başlayan olaylarla şiddetin başladığı bir dönem başlıyordu. Gösterileri bastırma adına silaha sarılan Suriye ordusu keskin nişancılar marifetiyle önce göstericileri, tanklar ve toplar marifetiyle yerleşim yerlerini yok ediyordu. Sonradan silahlanan muhalifler kurşuna kurşuna karşılık vermeye başladılar. Arkasın bölgesel güç ve aktörlerinde bulunduğu bu savaşta ne yazık ki sivillere oldu. Sivil insanların katledildiği bu savaşlar insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecekti. Mülteciler ise başta ülkemiz olmak üzere Ürdün Lübnan gibi diğer bölge ülkelerine dağılmaya başladılar.

Arap baharı siyasi literatüre girerken Ortadoğu ve Arap dünyasındaki diktatörler de birer birer devriliyordu. Tunus ile başlayan bu süreç Mısır Libya derken Ortadoğu'nun merkezinde büyük bir yangına dönüyordu. Devrilenlerin yanında Yemen örneğinde olduğu gibi anlaşıp kendi çekilenler de olacaktı. Ancak bu yangın birkaç ülke ve diktatörle kalmayacaktı. Aslına bakılırsa genelde kabilelerden oluşan ve bu sistemi hala muhafaza eden Arap toplumları, diktatörleri yıkma mücadelesi adı altında kabile savaşları da yapıyordu. Bunu şöyle ya da böyle Libya'da görmek mümkündü. Ancak özellikle de Suriye'de yaşanan devrim hareketleri ve karşılığında Esed diktasının uyguladığı korkunç şiddet; bahar ortasında kara kış terimini literatüre sokacaktı. Çünkü Beşar Esad devrim isteyen kendi ülkesindeki Sünni halkı yok etme işine girişiyordu. Bu Arap baharı devrim hareketini çoktan geçmişti. tıpkı babası gibi ülkesindeki Sünni halktan intikam alan Esed, armut dibine düşer sözünü teyit eder gibiydi. Baba Hafız Esed iktidarını sağlamlaştırmak, Nusayri azınlığı çoğunluğun üzerinde tahakküm kurduracak kendi düzenini kuracak adımları atmak için Sünni çoğunluğu yok edecekti.

Esed ailesi her ne kadar Arap dünyası ve onun liderliği ilkesini dillendirmiş olsa da onların asıl hedefi kendilerinin de içerisinde bulunduğu Nusayri azınlığın mutlak iktidarıydı. Bu yolda da hemen her şey onlara göre mübahtı. Kendini ülkenin kurucu unsuru olarak yıllar yılı lanse etmiş Sünni çoğunluk ilk ve en büyük hedefleriydi. Bu nedenle baba Esed defaatle Sünnilere saldırmış on binlercesini katledip Sünnilerin ellerindeki mallara el koymuştu. Aslında Suriye'de baba Esed'in ölümünden sonra bir şeylerin değişeceğini düşünenler yanılacaktı. Bunu en net bu süreçte görecektik. Hoş bu süreç öncesinde Suriyeye gidenler nasıl bir korku imparatorluğu kurulduğunu rahatlıkla görebilirlerdi. Özellikle Sünni sınırların birbirinde ayırdığı Türkiye ve Suriye akrabaların sınır ötesinde kaldığı bir durum yaşıyorlardı. Suriye ziyaretleri yapan bir çok kişi Suriye’de kalmış yüzbinlerce Türk vatandaşın bu korku imparatorluğunun çarkları arasında nasıl ezildiğini rahatlıkla fark edebilirdi. Esed rejimi Nusayriler dışında hemen herkesi korkuyla sindirip yönetmişti. Bu durumun böyle gitmeyeceği ve eninde sonunda canına tak etmiş Suriyelilerin isyan bayrağı açacağı öngörülebilirdi.

Bu öngörülerin belki de ilkini Cumhurbaşkanı Erdoğan o günkü Norveç Başbakanı Jens Stoltenberg ile yaptığı ortak bir basın toplantısında dile getirmişti. Ama onun sesine kulak tıkayan batı Suriye bu bataklığa girerken üç maymunu oynamıştı.

Arap Baharının etkisiyle Suriye'de sokaklarda alevlenmiş halk gösterilere başlamıştı. Tarih 26 Ocak 2011'di. Suriye halkı baas rejiminin yıkılmasını yerine hak ve özgürlüklere daha çok önem verecek sivil ve çoğulcu bir rejimin oluşturulmasını istiyordu. Öncelikle diğerlerinde olduğu gibi namaz sonrası protesto yaşandı. Ancak diğerlerinden farklı olarak Beşar Esed yönetimi bunların hiçbirini masum görmedi. Daha ilk andan itibaren önce polis sonrasında da ordu birlikleri silahsız sivil birliklere hiç acımadan ateş açtı. Böylesi bir tepkiyi ne Türkiye ne bölge ne de dünya bekliyordu. Ancak Esed yönetimi kararlı bir şekilde sertliğin dozunu artırarak ülkeyi savaş meydanına döndürdü. Dera'da yapılan toplu gösteriler ve Suriye ordusunun protestoculara hedef göstermeksizin ateş açması katliam mevsimini açıyordu. Arap coğrafyasında devrim yaşayan diğer ülkelerdekine benzer yürüyüşler, açlık grevleri, sivil itaatsizlik ve isyan dalgası bekleyenler Esed rejiminin katliam timleriyle karşılaşacaklardı. Suriye'de oynanan oyun diğerlerinden çok farklı ve çok kanlıydı.

Suriye'de durum gün be gün gerginleşirken Türkiye'yi oyunda asıl oyuncu yapacak ilk gelişme yaşandı. 29 Nisan 2011 Cuma akşamı 252 kişilik Suriyeli bir grup Hatay ilimizin Yayladağı sınırındaki tel örgüyü aşarak Türkiye toprağına giriyor ve peşi sıra sığınma talebinde bulunuyorlardı. O gün Türkiye'de mülteci akını yaşanır mı sorusu sorulmuş muydu bilemiyoruz. Ancak bu olayda Türkiye taraf olmak durumundaydı.

Ve Suriye’deki iç savaşın mali ve sosyal yükünün neredeyse tamamı Türkiye’nin omuzlarına bıraklıdı. Avrupa Birliği ve Batı dünyası, katliamlarına ortak olduğu Suriye’deki bu krizi çizmek yerine uzatmayı tercih etti. Rusya bu bahane ile Akdeniz’deki yerini sağlamlaştırdı. Şimdi Türkiye, Libya’ya meşru müdahale ile Rusya’nın Akdeniz’deki yayılmacılığını durdurmaya çalışıyor. Ve yine tek başına…

Haber365
bilgi@haber365.com.tr