13.08.2016-15:57
(Son Güncelleme:30.11.-0001-00:00)
Mesut Yılmaz, Avusturya televizyonunda katıldığı canlı yayında Türkiye'nin vahim bir felaketten kıl payı döndüğünü, Avusturya gibi müttefik ülkelerden Türk milleti ile dayanışma içinde olmasını beklendiğini ama bunun olmadığını söyledi. Almanca verdiği röportajda Türklerin demokrasiye oybirliği ile evet dediğini vurgularken, Avrupa'nın tavrını eleştirdi.
Türkiye'de birçok insan Avrupa tarafından yanlış anlaşıldıklarını ve yarı yolda bırakıldıklarını hissediyor. Bunu tasdikleyerek anlayabiliyor musunuz? Siz de Avrupa tarafından yarı yolda terk edildiğinizi hissediyor musunuz?
Yılmaz: Kesinlikle. Düşünün ki vahim bir felaketten kıl payı döndük. Eğer bu darbe girişimi başarılı olsaydı kaos, hatta belki iç savaş Avrupa'ya doğru kitlesel göç gibi çıkabilecek olan sonuçların acısını özellikle Avrupa Birliği'nin ülkeleri çekecekti. Ayrıca şunu belirtmeliyim ki, demokrasiyi daima Avrupai bir erdem olarak görüyorduk. Bu yüzden Avusturya gibi müttefik ülkelerden Türk milletiyle dayanışma içinde olmalarını beklerdik.
Avrupa tepkisini Türk milletine değil, Türkiye'nin Cumhurbaşkanına ve Türkiye'nin iktidarına vermektedir. Burada çok açık bir şekilde bir 'güvenilebilir' olma sıkıntısı yaşanmaktadır. Erdoğan argümanlarıyla Avrupa ve ABD'yi ikna edememekte. Bu güvenilebilirlik sorununun yaşanması da anlaşılabilir değil midir?
Yılmaz: Erdoğan darbenin püskürtülmesinde merkezi bir rol aldı. Ve şuan daha büyük bir popülarite yaşamakta. Yahut Türkler arasında daha fazla itibar sahibi oldu. Ve bunların arasında kendisine şimdiye dek aşırı eleştirel gözle bakan insanlar da var.
Size göre Avrupa'nın uygun tepkisi nasıl olmalıydı?
Yılmaz: Cumhurbaşkanımızı demokrasinin muhafazasını tebrik eden ilk kişi Vladimir Putin oldu. Sanırım Avrupa nasıl bir tepki vermeliydi sorusuna yeterli bir cevaptır bu.
Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin AB üyeliğine yönelik müzakerelerini kesmesi, Avusturyalı siyasetçiler tarafından ismini zikredecek olursak Başbakan Kern ve Dışişleri Bakanı Kurz tarafından tartışmaya açıldı. Şöyle ki, Türkiye on yıllardan beri Avrupa için bekleme salonunda oturup beklemekte. Ve aslında Türkiye'de de artık hiç kimse uzun zamandan beri Türkiye'nin AB üyeliğinin yakın zamanda gerçekleşebileceğine inanmamakta. Bu durumda "bunu kamuya açık bir şekilde tartışıp görüşeceğiz" demek dürüst bir tavır değil midir?
Yılmaz: En ferasetsiz, en düşüncesiz ve en yıkıcı tepkinin Avusturya'dan gelmesi beni şahsım adına üzmüştür. Bu tepki çok aceleci geldi ve gerçeklerle bağdaşamayacak şekildeydi. Türkiye-AB ilişkileri bir meseledir, Türkiye'deki demokrasinin geleceği ise apayrı bir meseledir.
Türkiye'de üç defa başbakanlık yaptınız. Türkiye'nin AB üyeliği için çok çaba sarf ettiniz. Şuan Erdoğan'ın idam cezasının tekrar yürürlüğe girmesine sıcak baktığını biliyoruz. AB idam cezasının yürürlüğe geçmesini kırmızı çizgi olarak tanımlıyor. Yani bu çizgiyi geçmek mümkün değil. Sizin görüşünüz nedir bu konuda? Erdoğan ülkesini yani sizin ülkenizi bir AB üyeliğine doğru yöneltmek istiyor mu ki?
Yılmaz: Türkiye ve AB'nin üyelik müzakerelerinin bir çıkmaza girdiğini biliyoruz. Şahsen ben sorumluluğun sadece Türkiye'de olmadığını düşünüyorum. Düşünün ki, bir yandan Türkiye ile üyelik müzakereleri başlatıldı, diğer yandan bazı müzakere başlıkları birtakım üye ülkeler tarafından bloke edildi . Hatta Avusturya dahil olmak üzere, bazı üye ülkeler Türkiye'nin AB üyeliği için referanduma gidilmesini talep etti. Bu şartlar altında eminim ki müzakereler sonuç vermeyecektir. O halde Erdoğan'ın niyetine bağlı olan bir şey değil bu, Avrupa'ya ve AB'ye bağlıdır.
Medyada misafir kalem olarak ele aldığınız yazıda, "Türkler 15 temmuzda yani darbe girişiminin olduğu gece demokrasiyi seçmiştir" diyorsunuz. Üzerinden neredeyse bir ay geçti, bir çeşit bilanço çizecek olursak: Demokrasi için ne kadar yol kat edildi? Veya başka türlü soralım: Türkiye demokrasiyi gerçekten elde etti mi?
Yılmaz: Şunu çok iyi biliyoruz ki bizler bir seçim yapmak durumundaydık. Yetersiz demokrasi veya Türk usulü demokrasi ile askeri rejim arasında bir seçim. Bizler oybirliği ile demokrasiden yana olduk. Türkiye'nin durumu budur. Bunun dışındaki her türlü habercilik saptırıcı ve önemsizdir.
Türkiye'de birçok insan Avrupa tarafından yanlış anlaşıldıklarını ve yarı yolda bırakıldıklarını hissediyor. Bunu tasdikleyerek anlayabiliyor musunuz? Siz de Avrupa tarafından yarı yolda terk edildiğinizi hissediyor musunuz?
Yılmaz: Kesinlikle. Düşünün ki vahim bir felaketten kıl payı döndük. Eğer bu darbe girişimi başarılı olsaydı kaos, hatta belki iç savaş Avrupa'ya doğru kitlesel göç gibi çıkabilecek olan sonuçların acısını özellikle Avrupa Birliği'nin ülkeleri çekecekti. Ayrıca şunu belirtmeliyim ki, demokrasiyi daima Avrupai bir erdem olarak görüyorduk. Bu yüzden Avusturya gibi müttefik ülkelerden Türk milletiyle dayanışma içinde olmalarını beklerdik.
Avrupa tepkisini Türk milletine değil, Türkiye'nin Cumhurbaşkanına ve Türkiye'nin iktidarına vermektedir. Burada çok açık bir şekilde bir 'güvenilebilir' olma sıkıntısı yaşanmaktadır. Erdoğan argümanlarıyla Avrupa ve ABD'yi ikna edememekte. Bu güvenilebilirlik sorununun yaşanması da anlaşılabilir değil midir?
Yılmaz: Erdoğan darbenin püskürtülmesinde merkezi bir rol aldı. Ve şuan daha büyük bir popülarite yaşamakta. Yahut Türkler arasında daha fazla itibar sahibi oldu. Ve bunların arasında kendisine şimdiye dek aşırı eleştirel gözle bakan insanlar da var.
Size göre Avrupa'nın uygun tepkisi nasıl olmalıydı?
Yılmaz: Cumhurbaşkanımızı demokrasinin muhafazasını tebrik eden ilk kişi Vladimir Putin oldu. Sanırım Avrupa nasıl bir tepki vermeliydi sorusuna yeterli bir cevaptır bu.
Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin AB üyeliğine yönelik müzakerelerini kesmesi, Avusturyalı siyasetçiler tarafından ismini zikredecek olursak Başbakan Kern ve Dışişleri Bakanı Kurz tarafından tartışmaya açıldı. Şöyle ki, Türkiye on yıllardan beri Avrupa için bekleme salonunda oturup beklemekte. Ve aslında Türkiye'de de artık hiç kimse uzun zamandan beri Türkiye'nin AB üyeliğinin yakın zamanda gerçekleşebileceğine inanmamakta. Bu durumda "bunu kamuya açık bir şekilde tartışıp görüşeceğiz" demek dürüst bir tavır değil midir?
Yılmaz: En ferasetsiz, en düşüncesiz ve en yıkıcı tepkinin Avusturya'dan gelmesi beni şahsım adına üzmüştür. Bu tepki çok aceleci geldi ve gerçeklerle bağdaşamayacak şekildeydi. Türkiye-AB ilişkileri bir meseledir, Türkiye'deki demokrasinin geleceği ise apayrı bir meseledir.
Türkiye'de üç defa başbakanlık yaptınız. Türkiye'nin AB üyeliği için çok çaba sarf ettiniz. Şuan Erdoğan'ın idam cezasının tekrar yürürlüğe girmesine sıcak baktığını biliyoruz. AB idam cezasının yürürlüğe geçmesini kırmızı çizgi olarak tanımlıyor. Yani bu çizgiyi geçmek mümkün değil. Sizin görüşünüz nedir bu konuda? Erdoğan ülkesini yani sizin ülkenizi bir AB üyeliğine doğru yöneltmek istiyor mu ki?
Yılmaz: Türkiye ve AB'nin üyelik müzakerelerinin bir çıkmaza girdiğini biliyoruz. Şahsen ben sorumluluğun sadece Türkiye'de olmadığını düşünüyorum. Düşünün ki, bir yandan Türkiye ile üyelik müzakereleri başlatıldı, diğer yandan bazı müzakere başlıkları birtakım üye ülkeler tarafından bloke edildi . Hatta Avusturya dahil olmak üzere, bazı üye ülkeler Türkiye'nin AB üyeliği için referanduma gidilmesini talep etti. Bu şartlar altında eminim ki müzakereler sonuç vermeyecektir. O halde Erdoğan'ın niyetine bağlı olan bir şey değil bu, Avrupa'ya ve AB'ye bağlıdır.
Medyada misafir kalem olarak ele aldığınız yazıda, "Türkler 15 temmuzda yani darbe girişiminin olduğu gece demokrasiyi seçmiştir" diyorsunuz. Üzerinden neredeyse bir ay geçti, bir çeşit bilanço çizecek olursak: Demokrasi için ne kadar yol kat edildi? Veya başka türlü soralım: Türkiye demokrasiyi gerçekten elde etti mi?
Yılmaz: Şunu çok iyi biliyoruz ki bizler bir seçim yapmak durumundaydık. Yetersiz demokrasi veya Türk usulü demokrasi ile askeri rejim arasında bir seçim. Bizler oybirliği ile demokrasiden yana olduk. Türkiye'nin durumu budur. Bunun dışındaki her türlü habercilik saptırıcı ve önemsizdir.
Haber365
bilgi@haber365.com.tr
DİĞER Gündem HABERLERİ