İslam yazılarının zerafet ve güzellik ile buluşmasını sağlayan hat sanatı, İslam sanatının kalbidir.
Hat, Hüsnühat veya kaligrafi yazı sistemleri ve öğeleri kullanılarak geliştirilen, sıklıkla dekoratif amaçla kullanılan görsel sanattır. Bu sanat dalının günümüzdeki tanımı ise işaretlere anlamlı, ahenkli ve hünerli bir şekilde biçim verilmesi sanatı biçimindedir. Peki hat sanatının geçmişten günümüze gelişimi nasıldır? Hat sanatının tarihini sizler için derledik.
Estetik ve görsel kuralların göz önünde bulundurulup, yazı ve çizgilerin kullanılarak yapıldığı yazı yazma sanatı olarak da tanımlanan hat sanatında mürekkep, kalem, kağıt ve hokka gibi malzemeler kullanılmaktadır. Hat sanatında bu malzemeler içerisinde en önemli olanı kalemdir. Kalem olarak ise kamış kullanılmaktadır. Kamış yontularak şekil verilir. Kamışın uç kısmı yazının inceliğine ve kalınlığına göre eğik tutulmak suretiyle yazılmaktadır.
HAT SANATININ DOĞUŞU
Hat sanatının doğuşu Hz. Muhammet dönemine kadar dayanır. Bir Rivayete göre Hz. Muhammet Hz. Ali'ye bazı yazılar gösterir ve bu yazıları kağıtlara yazarak çeşitli ülkelere göndermesini ister. Hz. Ali söyleneni yapar ve Hz. Muhammet'in gösterdiği yazıları kağıtlara yazarak başka ülkelere gönderir. Bu olay Hat sanatının doğuşuna sebep olur.
Hat sanatının en önemli özelliği, dünyada kuralları belli olan tek görsel sanat dalı olmasıdır. Hat sanatı Kaligrafi sanatı ile karıstırılabilir. Aralarındaki en büyük fark, Hat sanatında Arap harfleri kullanılır, karigrafide ise Latin harfleri kullanılır.
HAT SANATININ TARİHİ
İnsanlık tarihi kadar eski olan yazının tarihi asırlarca çok yavaş bir ölçüde gelişmiştir. İslam aleminde önceleri Kufî yazı kullanılırken sonradan sülüs, nesih ve diğer yazı türleri doğmuştur.Her yazı türü kullanıldığı yere ve işe uygun kurala bağlanmıştır. Diğer yandan islam Aleminde resime çok ilgi gösterilmediğinden yazı güzel sanatların en önemlisi sayılmış ve geliştirilmesi için büyük himmet ve çaba harcanmıştır.
Mekke ve Medine’ye yayılmadan önce ve sonra çeşitli adlar alan Arap yazısı önce cezm adıyla anılmaya başladı. Medine’de Medeni ismini alan yazı zamanla iki üsluba ayrıldı. Dikey harfleri uzun ve sağdan sola meyilli olana Mail, yatay harfleri fazlaca uzatılana Meşk adı verildi. Hz Ali’nin Kufe’yi merkez yapmasından sonra burada büyük gelişme gösterdi ve Kufi adını kazandı. Bu tarihten sonra Kufi sözü, genel bir anlam kazanarak İslamiyet’in doğuşundan Abbasiler devrine kadar Mekki, Medeni gibi isimli yazıların yerine de kullanıldı.
Önce Araplar tarafından kullanılan Arap yazısıyla anılan hat, hicretten birkaç asır sonra İslam ümmetinin ortak değeri haline gelmiş ve İslam hattı vasfını kazanmıştır. Her milletin kendine özgü bir hat stili oluşmuştur.
Kufi’nin kullanılması Abbasiler zamanında 150 yıl sürdü. Abbasilerin Bağdatlı meşhur veziri ve hattatı olan İbn Mukle sahip olduğu geometri bilgisi sayesinde yazının ana ölçülerini tespit eden bir sistem ortaya koymaya muvaffak oldu. Harflerin güzelliği için nokta, elif ve daireyi standart bir ölçü olarak kabul etti. Bu ölçüler dahilinde muhakkak, reyhani, sülüs, nesih, tevki ve rika adında altı çeşit yazının usul ve kaidelerini ortaya koydu. Bunların tamamına da aklam-ı sitte denildi. Bu altı çeşit yazı, bir asır sonra yine Bağdat’ta yetişen Arap asıllı Hattat Ali B. Hilan’in eliyle inkişaf etti. Gelişme yolunda her geçen gün biraz daha ilerleyen yazı, 200 sene sonra Abbasi Halifesi Yakut El-Musta`sımi’nin gayretiyle daha belirgin kaidelerle güzelleşti.
Abbasilerin, 1258 yılında tarih sahnesinden silinmesinden sonra yazıda üstünlük Türk ve İranlı hattatların eline geçti. İranlı hattatlar aklam-ı sitteyi kendi anlayışlarına göre yazdılarsa da Yakut’un üslubundan ayrılmadılar. Osmanlı Türkleri ise hat sanatında erişilmesi mümkün olmayan üstün bir ekol kurdular.
OSMANLI DÖNEMİNDEKİ HAT SANATI USTALARI
Türkler, İslam’a geçişten sonra hat sanatını benimser ve kullanmaya başlarlar. Selçuklu Devleti döneminde Anadolu’da dokunan ve günümüzde tüm dünya müzelerine yayılmış olan erken dönem Türk halılarının karakteristik özelliklerinden biri, Küfi hat sanatını halıların köşelerinde kullanmış olasıdır.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türk hat sanatı en güzel günlerini yaşar. Osmanlı döneminde, Türk hat sanatına yön veren bazı ustalar yaşamıştır.
Bu ustaların ilki, Sultan II.Bayezid dönemi baş hattatı, Şeyh Hamdullah idi. Padişahın buyruğu üzerine o ana kadar icat edilmiş 6 hat türünü mükemmelleştirmeye çalıştı ve “Şeyh üslubu” olarak anılacak bir tarz yarattı.
İkincisi, Osmanlı hat sanatının zirvesi kabul edilen Ahmed Karahisari’dir. Bu büyük usta, Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşamıştır. “Yakut üslubu” olarak anılan bir tarzı benimsemiştir.
17.Yüzyıl’ın sonlarında Hafız Osman isimli usta, hat sanatında köklü yenilikler yaptı ve kendi öğretisinin izlenmesini sağladı.
İstanbul, Türkler tarafından fethedildikten sonra hat sanatının ölümsüz merkezi olmuştur. Bütün İslam dünyasında tartışmasız kabul edilen bu gerçek en güzel biçimde şu sözlerle ifadesini bulmuştur: “Kur’an-ı Kerim Hicaz’da nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.” Bütün İslam alemi hat sanatını öğrenebilmek için İstanbul’a koşmuştur.
HAT SANATINDA GÜZELLİK UNSURLARI
TERKİB: İslam harflerinin ekseriye bitişik olması, onların her kelimeyi, hususi bir şekle ve görünüşe, sokulabilecek terkipler meydana getirmeye mümkün kılmıştır. Güzel bir yazıda terkip, yalnız harflerin basit şekillerinin mihaniki olarak yapışması değildir. Adeta resmin yazıya dökülmesi, yazıyla resim yapılmasıdır.
TENASUB: Yazı şeklidir. Lam, vav, nun gibi şekillerin, uzunlukları ile enleri, incelikleri ile kalınlıkları arasında oluşu nedeniyle ruh üzerine bir etkisi vardır. Bu güzellik yalnız hat sanatında değil, mimarlık, heykeltıraşlık gibi, diğer sanatlarda da aranan önemli bir vasıftır.
SADELİK: Sadelik fikri yazıda bir kıymettir.. Sanatkârın vermek istediği şey, yazının hakikatci bir telakkisidir. Bundan harfler, kelimeler, her türlü hareke ve tezyinat, hatta istif ve terkib külfetinden uzak olarak, vücudunu göstermektedir. Mesela, Sinan devrinin çinilerinde görülen büyük celi yazılarında bu vasıf tamamıyla vardır.
İHTİŞAM (AZAMET): Bu en çok sülüs celisi ve kûfi gibi bünyeleri gereği kalınlığa, ağırlığa, kudret ve kuvvet duygularının ifadesine uygun ve tabiri caizse, iradi yazılarda tecelli etmektedir. Kûfi ve sülüs yazıları azamet hissi itibari ile tetkik edildiğinde görülecektir ki, bu yazılara ait bazı mektepler bu hissin ifadesini kendine doğrudan doğruya mevzuu olarak kabul etmişlerdir. Mustafa Rakım mektebinde olduğu gibi. Sanatta bu azamet fikrinin mütenazırı, incelik hissidir. İncelik, azamet gibi irademize değil, kalbimize, hissimize müracaat eden bir kıymettir. Türk yazıları arasında bu hissi, en büyük belagatle ifade edebilen yazı, ta'lik yazısıdır. Ta'lik bünyesi bu kıymetin bütün tafsilatı ile ortaya çıkmasına çok müsaittir. Ondan sonra, nesih, rik'a yazılarında da bu incelik hissinin tecellisini bulmak mümkündür. Mesela Şevki Efendi'nin nesihleri, İzzet Bey'in rik'a yazıları, bu incelik hissinin bir ifadesidir.