Mısır ülkesini Firavun âilesi idâre ediyordu. Bunlar zâlim ve kibirli isanlardı. Sınırdan, yabancı ve güzel bir kadın şehre geldiği vakit, hemen Firavun’a haber verilirdi. Eğer kadın evli ise kocası acımasızca öldürülür ve eğer erkek kardeşi var ise, kadın ondan istenirdi. İbrâhim (a.s.) yanında Sâre vâlidemiz olduğu hâlde şehre gelince, haber saraya gitti. Güzel bir kadının Mısır’a girdiği haber verildi. Sâre vâlidemizi alıp saraya götürdüler. Bu hususla alâkalı olarak bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:
“Sâre (r.a.) saraya girince, hemen abdest aldı ve iki rekât namaz kılmak üzere huzûr-i ilâhîye durdu. Namazı bitirince Cenâb-ı Hakk’a şöyle ilticâ etti:
'Ey Allâh’ım! Ben, Sana ve Sen’in peygamberine inanmış, iffetimi de zevcimden başkasına karşı titizlikle korumuş bir kulun isem, şu kâfiri bana musallat etme!' (Buhârî, Büyû’, 100)
Firavun, Sâre’nin (r.a.) yanına yaklaşmak istedi. Birden nefesi kesildi. Felç oldu. Çünkü Allâh, Sâre’yi (r.a.) onun şerrinden korumaktaydı. Bu, birkaç defâ tekrar etti.
Firavun, korkusundan onu serbest bıraktı. Câriyesi Hâcer’i de hediye olarak ona verdi. Bu duruma hayret eden yakınlarına:
“–Bu kadın bir cinnîdir. Yakınımda biraz daha kalsa, neredeyse helâk olacaktım. Zararından korunmak için ona Hâcer’i verdim!” dedi.