Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, Üsküdar Belediyesi, Marmara Üniversitesi ve 15 Temmuz Derneği ortaklığında hazırlanan IV. Uluslararası 15 Temmuz Sempozyumu'nun alışında bir konuşma gerçekleştirdi. Gündeme dair önemli açıklamalarda bulunan Gül, 15 Temmuz'u en büyük ihanetlerden biri olarak değerlendirdi ve 'Bu destanı unutmayacağız, unutturmayacağız. 17 yaşında şehadete koşan Abdullah Tayyip Olçok'u, arkasında evladını bırakan şehit özel harekat polisi Demet Sezen'i nasıl unutabiliriz? 28 Şubat sürecinde idamla yargılanan ve o destansı direniş gecesinde şehit düşen Halil Kantarcı kardeşimizi, darbe girişimini haber alır almaz sokağa çıkarak ruhlarını ve kalplerini 1 dolara satan hainlerin karşısında duran şehit İlhan Varank Hoca'mızı her zaman minnetle anacağız. Şehadete koşar adımlarla giden kahraman askerimiz, Şehit Ömer Halisdemir asla unutmayacağız. Onlar artık her hanenin evladıdır, her ailenin parçasıdır.' dedi.
'DEVLETLE TOPLUMUN ARASI AÇILMIŞTIR'
15 Temmuz'u, demokrasi ve millet iradesini korumak için verilen en büyük bir mücadelenin son halkısı olarak tanımlayan Gül, darbecilerin başarılı olduğu her örnekte millet ve siyasetin kaybettiğini vurguladı ve 'Devlet topluma yabancılaşmış, devletle toplumun arası açılmıştır. Tıpkı kayıt dışı ekonomi gibi millet iradesine bir gölge gibi çöken kayıt dışı siyaset bu dönemlerde uç vermiştir. Darbe dönemleri, devletin, hukukun ve demokrasinin zeval zamanlarıdır.' dedi.
Geçmiteki darbelere atıfta bulunan Gül, 28 Şubat'ta silah ve süngünün tehditkar gücünün milli iradeyi bastırdığını, milletin sesini susturduğunu vurguladı ve '15 Temmuz'u farklı kılan ilk özellik işte budur: Siyasi tarihimizde ilk kez sesinin susturulmasına, iradesinin hiçe sayılmasına canı pahasına karşı çıkmış, itiraz etmiştir. İlk kez Türkiye'nin temel demokratik kurumları alçakça ve doğrudan saldırıların hedefi olmuş, halkının üstüne kurşunlar ve bombalar yağdırılmıştı.' şeklinde konuştu.
Bakan Gül'ün açıklamaları şu şekilde:
'15 Temmuz millet egemenliği üzerinde yeni bir vesayet girişiminin ötesinde bu hain kalkışma düpedüz bir esaret girişimiydi. Bunu anlamak için 15 Temmuz'un öncesinde ve sonrasında Suriye başta olmak üzere çevremizde olup bitenlere, Türkiye'nin yapmaya veya yapmamaya zorlandığı tercihlere bakmak yeterlidir. Bunu anlamak için o gece kimlerin Diyarbakır'da siper vaziyeti aldığını, kimlerin güney hattımız boyunca harekete geçmek üzere işaret beklediğini hatırlamak gerekir. İşte milletimiz o gece, topyekun varlığına yönelen bu esaslı tehdidi bertaraf etme yönünde tarihi bir adım atmıştır.
'O gece, söz ve kararın millete aidiyetinin bir kez daha teyit edilmesidir. 15 Temmuz, Türkiye'nin kendi kararlarını kendi alan, kendi tercihlerini korkmadan yapan, bağımsız ve egemen bir devlet olarak rüşdünü ispat tarihidir. Bu konudaki tarihi yanılgıların bizzat millet eliyle tashihidir. Milletimizin güven ve desteğiyle bu tashih ve tasrih yapılamamış olsaydı, yani millet iradesi değil, FETÖ'yü milletin üstüne salan irade egemen olsaydı, bugün Ayasofya'yı yeniden ibadete açmak da mümkün olamayacaktı. Türkiye egemen bir devletin gücü ve öz güvenine erişememiş olsaydı, Fatih Sultan Mehmet’in vasiyetine hürmetle bu kutlu mabede tarihsel işlevini yeniden kazandırmak mümkün olur muydu? 15 Temmuz başarıya ulaşmış ve Türkiye küresel kudret sahiplerinin oyuncağı haline gelmiş olsaydı bu karar alınabilir miydi? Bugün onlar Ayasofya'nın ibadete açılmasından hayal kırıklığı yaşadıklarını ifade ediyor. Bizim derdimiz milletimizin hayalleridir. Milletimizin hayallerini yaşatmak, düşlerini gerçekleştirmektir. Milletin penceresinden bakıldığında kırılan hayaller değil, zincirlerdir. 15 Temmuz'da millet ayağına takılmak istenen prangaları kırıp atmıştır. Yine bir Temmuz'da hamdolsun, Ayasofya'nın zincirleri de kırılmıştır. Ayasofya ceddimizden neslimize uzanan kutlu bir emanet, aynı zamanda büyük bir kültür hazinesi olarak en iyi şekilde korunacaktır.'
Sivil ve resmi diğer unsurlarınca da desteklenerek, orduya sızmış militanlarının planladığı, kotardığı ve icraya koyduğu bir kalkışmadır. Ancak aynı ordu içinde askerlik yeminine sadık vatansever subayların karşı direnişi de bu ihanetin bastırılmasında kritik ve önemli bir rol oynamıştır.
Ancak onların bu teşkilat içinden bütünüyle söküp atmaya muvaffak olamadıkları milli ve vatansever unsurlar yine bu mücadeleyi omuzlayan kahramanlar oldular. Bu yönüyle 15 Temmuz, aynı zamanda Türk yargısının alnının akıyla çıktığı büyük sınavlarından biri olmuştur. Darbeler Türk yargısını, vesayet merkezlerinin kondisyon alanına dönüştürmüştü. Tarihimizde ilk kez Türk yargısı bu rolü reddetmiştir. 15 Temmuz kalkışmasının ilk dakikalarından itibaren hızla harekete geçmiş, cesaretle darbecilerin üstüne gitmiştir. Derhal soruşturmalar açılmış, gözaltı kararları verilmiştir. Kalkışmanın asli failleri, yani o gece kalkışmaya eylemli olarak katılan FETÖ'nün silahlı ve sivil unsurları hakkındaki yargılamalar kesin hüküm yolunda hızla ilerlemektedir. Yargı, 289 darbe davasından 275'inin ilk derece yargılamalarını sonuçlandırmış, bugüne kadar 2 bin 332'si müebbet ve ağırlaştırılmış müebbet olmak üzere 4 bin 130 sanığa hak ettikleri cezaları vermiştir.
Elbette, mahkemeler bir mahkumiyet otomatı olarak çalışmamakta, suçluyla suçsuzu ayırmaktadır. Bu çerçevede yargılanıp hak ettiği cezaları alanlar yanında yargılama sonunda beraat edenler de bulunmaktadır. Savcılarımız tüm iddiaları titiz biçimde takip etmekte, taleplerinin aksine çıkan kararları da istinaf ve temyiz kanun yollarına taşıyarak hukuki denetim görevlerini özenle yerine getirmektedir.'