27.07.2019-20:32 (Son Güncelleme:28.07.2019-20:42)

Analiz ve Akış - 28.07.2019

Analiz ve Akış programı Furkan Hasdemir ve Halit Emre Aydın'ın analizleriyle sizlerle...

S400 vs F35, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın İl Başkanları Toplantısında Yaptığı Flaş Açıklamalar, Hakan Atilla, Yepyeni AK Parti Beklentileri, Faiz İndirimi ve Erbil Olayı Üzerine Furkan Hasdemir ve Halit Emre Aydın'ın Analizleri...

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN AÇIKLAMALARI

Furkan Hasdemir: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı önemli açıklamalardan biri şuydu, Ağustos sonunda kongreye gidilecek ve bambaşka bir AK Parti olacak dedi. Siz bu bambaşka Ak Parti’yi nasıl değerlendiriyorsunuz? Kabine değişikliği mi? Bu bambaşka Ak Parti Nedir?

Halit Emre Aydın: Şimdi gene bir Türk hastalığı bir takım mevzularda ve ya bir takım yaklaşımların değişimi noktasında insan değişimleri üzerinden o konuyu algılıyoruz. Ben burada cumhurbaşkanın kabine veya partinin üst yönetimindeki ufak tefek yapacağı değişiklikleri değil, bu insanlarla oturup bir çerçeve çizerek bu çerçeve doğrultusunda bu insanların yaklaşımlarında bir değişimi kastettiğini düşünüyorum. Yani bir takım insanlar kendileriyle çok yakın mesai vermeyen insanların Ak Parti yönetiminden veya hükümetten gideceğini ve onların yerine onların daha çok tercih edeceği kişilerin geleceği gibi bir hayale kapılıyorlarsa çok tavsiye etmem. Ben bu noktada Ak parti çok farklı bir Ak Parti söyleminin cumhurbaşkanı tarafından ortaya konduğu zaviyesini değerlendirdiğimiz zaman belki Ak Partinin misyon belgesi üzerine bir takım değişiklikler olabilir ak partinin bundan sonra odaklanacağı noktalar üzerine değişiklik olabilir.

Ak Parti 2023, 2053, 2071 ki bunu da şuraya bağlayalım bugün cumhurbaşkanımız “önümüzdeki yarım asır boyunca Ak Parti millete hizmet etmeye devam edecektir” gibi bir açıklama yaptı. Ben bunu alıp çok farklı bir Ak Parti olacaktır söylemi ile birleştirdiğimiz zaman ben Ak Partinin 2023, 2053 ve 2071 vizyonlarını bizim daha önce yazılarımızda ve özel sohbetlerde ifade ettiğimiz gibi altını doldurmak suretiyle ortaya koyacağını düşünüyorum ama üst yönetimsel anlamda birileri gidecek birileri gelecek işte kabineden Berat Albayrak ayrılacak onun yerine başka biri gelecek gibi düşünceler hayal ve farazi bir yaklaşım.

Halit Emre Aydın: Özellikle kabinede kabinede çok köklü bir değişiklik beklemiyorum. Özellikle de şu an içinde bulunduğumuz siyasi ekonomik durumda.

Furkan Hasdemir: Niye kabine dedim, çünkü twitterda bu açıklamadan sonra ciddi anlamda kabine değişikliği olacaktır gibisinden bilgiler vardı o yüzden.

Halit Emre Aydın: Tek bir cümleyle cevap verecek olursak; aç tavuk kendini darı ambarında zanneder. Bu toplumun var olan gündemine perde örtmek veya abartmak yerine ben sana basit bir soru soruyorum. Bugün kabine ve AK Parti yönetiminde değişiklik isteyenlerin birçoğunun daha önce AK Parti yönetiminde olan veya kabinede olan ve kifayetsizlikleri ve başarısızlıkları yüzünden cumhurbaşkanı tarafından bulundukları pozisyonlardan uzaklaştırılan insanlar olduğunu not ederek söylüyorum.

Bugün kabinede şu gitsin şunun yerine şu gelsin diye reel bir talep var mı toplumda? Kabine değişsin, Fenerbahçe’nin teknik direktörü değiştirilsin deniliyor. Fenerbahçe şampiyonluğa oynuyor, arkasından maç kaybediyor, oynayamıyor ikinciliğe,üçüncülüğe düşüyor şampiyonluk kaçıyor hadi teknik direktör değişsin; Teknik direktör değişince hayat mı değişiyor? Yani konuları gene ifade ediyorum. Bu kadar palyatif çözümler üreterek ve tamamen toptancı bir anlayışla hayat siyah beyaz değildir. Hayat grinin tonlarıdır.

Bugün belli bakanlıklarla ilgili kendi hassasiyetlerim doğrultusunda doğru olmadığını düşündüğüm eylemler var. Ama toptan bu bakan gitmeli bu bakan gelmeli diyebileceğim bir ortam yok. Şunun için; benim yaşım ve gördüğüm siyasi mülahazalar itibarı ile bir üst hükümeti yaşadım ben. Oradaki hükümetlerin bakanlarının ortalama performanslarıyla Ak Parti hükümetinin bakanlarının performanslarıyla kıyasladığım zaman bir iki tane bakan değiştirilebilir ama onların daha iyi yeltendikleri olmak kaydıyla. Ama toptan bir kabinede revizyonunu veya toptan bir Ak Parti yönetim revizyonunu ben anlamsız buluyorum. Ak Partinin kendini geliştirme konusunda ortaya koyması gereken temel mesele üst yönetim ile ilişkili bir şey değil. İl ve ilçe teşkilatları. Bu anlamdaki bir revizyondan bahsedilecekse benim kanaatim yukarıdan aşağıya değil aşağıdan yukarıya gerçekleştirilmesi gerekiyor.

Birincisi piramidin aşağısından yukarıya doğru gerçekleşmesi gerekiyor. İki ak parti son 3 siyasi mücadelede yüksek bir iletişim kazası ile karşı karşıya kalmıştır. Ak partinin en önemli gücü özellikle kendini ifade etme noktasında propagandasını vatandaşa geçirme noktasındaki gücü iken 15 Temmuz hain darbe girişiminden sonra ak parti söylemek istediği şeyleri vatandaşa anlatmakta zorluk çekiyor. Bu noktada kim sorumlu ise ilk başta onların değişmesi lazım.

Sürekli mesaj kargaşası, vatandaşın beklentisine cevap vermeyen şeyler ve her seferinde ikinci, üçüncü tura döndükten sonra rakip olduğu varsayılan kişilerin söylemlerine bir ekleyerek daha fazlasını verme kafası. AK Parti bundan 5 sene önce daha farklı yönetmiyordu Türkiye’yi çok net ifade ediyorum. Ama o zamanlar yönetirken ortaya koyduğu iletişim çalışmaları ve stratejisi bugünkünden çok daha iyiydi. Çünkü daha ehil bir el yüz üzerinden devam ediyordu ve AK Parti daha önce yaptıklarını ve yapacaklarını daha iyi anlatırdı ama yerel seçim ama öncesi ben AK Partinin toplamını söyleyeyim ben anlamadım. Şu kafaya geçtim, iyi bir şeyler söylüyordur muhakkak çünkü ak parti karşımdaki. Ama ne söylediğini ben dahi anlamadım. Dolayısıyla böyle palyatif olarak insanlar üzerinden yapacağı Fenerbahçe gibi transfer değişikleri falan hayır, olmaz. Sistemsel değişimden bahsediyor cumhurbaşkanı ve çok da doğru bir yere parmak basıyor.

Burada sistemin gözden geçirilmesi, iletişimin gözden geçirilmesi, bakışın gözden geçirilmesi lazım. Herkes diyor ki, “AK Parti başlangıç kodlarına dönmeli” Hayır. AK Parti fabrika ayarlarına dönmemeli. AK Parti’nin kurulduğu zamanki konjonktür, kurulduğu zamanki siyasi ortam, kurulduğu zamanki dünya ile bugünkü çok farklı. AK Parti’nin tam tersi geriye dönmek yerine kendini önümüzdeki 10 yılın dünyasına göre güncellemesi lazım. AK Parti’nin şu ana kadarki geldiğimiz noktada bugüne kadarki bürokratları, bugüne kadarki bakanları daha konvansiyonel çözümler üreten adamlardı. AK Parti’nin daha teknolojik çözümler üreten, teknoloji ile ilişkisi daha iyi olan kişileri bürokrasi noktasında da, icra noktasında da bünyesine katması lazım. Bu açıkçası bir programlık bir konu. Ama, AK Parti fabrika ayarlarına dönmemeli, AK Parti kendini geleceğe göre güncellemeli.

Ben, açık ve net ifade edeyim; Cumhurbaşkanı’nın bahsettiği yepyeni AK Parti meselesini kişiler üzerinden değerlendirmenin sadece birtakım avanenin kendini kandırması olarak görüyorum. Ben, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2023,2053,2071 vizyonları üzerinden AK Parti’yi yeniden güncelleme noktasında; bir vizyon belgesi ortaya koymak olabilir, bir çalışma çerçevesi ortaya koymak olabilir, böyle bir çalışma ile kamuoyunu aydınlatabileceğini düşünüyorum. O gitsin, bu gelsin fark etmiyor. Bir genel yaklaşım değişimi ve evet, o yaklaşımı ortaya koyduktan sonra yaklaşıma uymayan birtakım kişiler sigaya çekilebilir. Ama önce bir yaklaşımı ortaya koymak lazım.

Bu anlamda Cumhurbaşkanımız şunu söyledi, “Bizim ortaya koyduğumuz temel prensipleri kendi içinde içselleştiremeyen kişiler kendilerini sigaya çeksinler.” Dedi. Buradan yola çıkarak ilk önce ortaya bir anlayış konulacağını, daha sonra ise o anlayışa uymayanların o süreçten sonra belki tasfiye edilebileceklerini düşünebiliriz. Ama, bu tarz şeyleri belli isimler üzerinden bekleyenlere şunu söylüyorum, kuru kuruya kendinizi tatmin etmeye çalışmayın.

ERBİL SALDIRISININ SEBEBİ NE?

Furkan Hasdemir: Erbil’de diplomatlarımız şehit edildikten sonra, TSK ve MİT’in ortak operasyonlarıyla başarılı bir şekilde hem suikastçılar hem de azmettiricileri etkisiz hale getirildi. Cumhurbaşkanımız da bugün bu konuyla alakalı bir açıklama yaptı. Genel olarak şöyle bir söylenti dolaşıyor, “Erbil saldırısının ardındaki amaçlardan bir tanesi ABD’nin Türkiye’yi S-400 konusunda uyarması” idi. Böyle bir söylenti var. Diğer taraftan yine başka bir söylentiye göre, S-400’ler Nisan 2020’de tamamen gelmiş olacak. O zamana kadar S-400’ler tam teslim edilmeden bu tarz olaylar yaşanabilir. Bu tarz “komplo teorisi” denilebilecek söylemler hakkında siz ne düşünüyorsunuz? Sizce 2020 Nisan’ına kadar bu tarz olaylar yaşayacak mıyız?

Halit Emre Aydın: Erbil saldırısının S-400’ler ile uzaktan yakından alakası yok. Bu çok derin komplo teorisi içeriyor. “Devlet Düşmanı” diye bir film vardır. Orada kurulan komplolardan daha derin bir komplo olmuş bu.

Erbil saldırısının altında yatan motivasyonu algılamak için o kadar derine inmeye gerek yok. Yaklaşık olarak bir ay önce Kuzey Irak Kürt Yönetimi noktasında bir değişim oldu ve Neçirvan Barzani yönetimin başına geçti. Neçirvan, Mesut Barzani’ye göre Türkiye’ye karşı çok daha ılımlı olan ve Türkiye ile yol yürünmesi gerektiğini düşünen bir şahsiyet. Oradaki suikastın temel amacı Neçirvan Barzani ve KIKY ile Türkiye arasında gerginlik ortaya çıkartarak Türkiye’nin Kuzey Irak’a “PKK’yı buradan gönderin” noktasındaki baskısını azaltmak ve ortaya çıkan kamplaşmadaki blokların yerlerini değiştirmek.

Türkiye’nin iki tane diplomatına suikast düzenlendi diye Türkiye S-400 almaktan vazgeçmez. Bunu düşünecek kadar geri zekalı bir Amerikalı olduğunu da ben düşünmüyorum.

Bu noktada Trabzon’da da bir provokasyon yapıldı biliyorsunuz. Uzungöl’de biraz gafletle biraz dalaletle bir bayrak açma meselesi yaşandı. Aslında bu iki olay birbiri ile tamamen ilişkili. Diplomatların daha yeni öldürülmüş olduğu bir ortamda Trabzon gibi milliyetçi bir yerde KIKY’nin bayrağını açmak; ki oradaki insanların bir kısmının PKK bayrağı ile o bayrak arasında bir ayrım yapamamaları da çok normal, insanlardan böyle çok yüksek entelektüel derinlik ya da hassasiyet, algıda seçicilik beklemek de geri zekalılıktır. Bu konu üzerinden Trabzon vatandaşlarına bir takım haksız ve mesnetsiz suçlamalarda bulunan geri zekalılara da ruhlarındaki Trabzon acısını, Trabzon kıskançlığını, Trabzon kompleksini bir kenara bırakmalarını tavsiye ediyorum.

Günün sonunda iki diplomatımız daha yeni öldürülmüşken orada bir bayrak açılıyor. Ben tam tersine o bayrağı açan kişilerin ve bu noktada Valiliğin o insanları sınır dışı etmesini de bununla ilişkili olduğunu düşünüyorum. O iki olayı birbirine bağlamanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Bu olaylardaki amacın da Kuzey Irak’taki yönetim ve insanlar ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında bir soğukluk çıkartmak suretiyle, artık Kuzey Irak’ta varlığını devam ettirmekte zorlanan PKK örgütünün bir anlamda KIKY’den bir koruma elde etme amacıyla gerçekleştirdiği bir eylem olarak görüyorum bunu.

Allah gani gani rahmet eylesin, Rabbim şehadetlerini kabul etsin de iki tane değil yüz tane insan ölse Türkiye 80 milyonun güvenliğini 100 kişi ölmesin diye terk etmez. Bu memlekette 15 Temmuz gecesi 200 küsür insan öldü 80 milyonun refahı ve geleceğe daha sağlıklı bir şekilde ulaşması için. Ki üzerimizden kendi parasını verdiğimiz uçaklar bomba yağdırıyordu. Türkiye bu tür şantajları yemez. Herhangi bir Amerikalı diplomat ya da stratejistin de bununla alakalı böyle bir kurgu yapacak kadar geri zekalı, ilimden irfandan uzak olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’yi S-400’lerle alakalı sıkıştıracak çok daha farklı unsurlar var. Bir takım kotalar gibi, Türkiye’nin daha fazla hassas olduğu ve daha fazla reaksiyon vereceği, 80 milyonun daha fazla etkilenebileceği unsurlar varken direkt kan üzerinden Türkiye’yi tehdit etmek akıllıca değil. Dolayısıyla Amerikalılar akıllı adamlardır, böyle bir geri zekalılık yapmazlar.

Furkan Hasdemir: Ama bu saldırının arkasında Amerika’nın olduğunu düşünüyorsunuz?

Halit Emre Aydın: Saldırının arkasında dolaylı olarak giderseniz Amerika var. Çok basit gidelim, PKK’nın arkasında kim var? PKK’nın arkasında ABD varsa, bu saldırının arkasında da toplamda onun arkasında da ABD vardır. Orada da bir şey ifade edeyim. Eskiden bizim bir yerde bir diplomatımız, bir vatandaşımız zarar gördüğü zaman Türkiye ya CİA’dan ya da Mossad’dan yardım isterdi. Hatta Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesinde bile bu ajanların ne kadar etkili olduklarını biliyoruz.

Elhamdülillah, Allah hükümetimizden ve milletimizden razı olsun, oradaki o bizim iki tane vatan evladına silah ateşleyip onların şehadetine sebep olan kişiler ülkemizin yerli, milli istihbarat ve askeri unsurları tarafından çok kısa bir sürede bertaraf edildiler.

ALİ BABACAN – AHMET DAVUTOĞLU VE YENİ PARTİ TARTIŞMALARI

Halit Emre Aydın: Birtakım çalışmalar sürdürmeye devam ediyorlar. AK Parti içerisindeki bir takım kendi içerisinde huzursuzlukları olan insanları kendilerine angaje etmek suretiyle AK Parti’yi bölmeye çalışıyorlar. Siyasi faaliyettir, gerçekleştirebilirler. Ama artık Allah rızası için çıkıp bir açıklama yapsınlar. Parti kuruyorlar mı, kurmuyorlar mı? Sövüyorsak boşa gidiyor, mahşerde bizden alacaklı hale gelecekler. Kuracaklarsa da söylesinler de biz de bu anlamdaki eleştirilerimizi ya da sorularımızı kendilerine soralım. Böyle sürekli gölge boksu yapmaktan vazgeçelim.

Furkan Hasdemir: Bunlar 3A diye geçiyor zaten; Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu, Abdullah Gül. Sürekli kuracağız, kurduk vs. diye aslında toplumu da oyalıyorlar.

Halit Emre Aydın: Meltem Cumbul’un bir filmi var. Zafer Algöz, Rutkay Aziz vb. oyuncuların oynadığı. Doksanlı yılların bir filmidir. Çıktığı dönem, çok ses getirmiş bir filmdi. Başrolde Meltum Cumbul vardı. Bu filmde bir kadının birkaç kere evlenip, evlendikten sonra evliliği tamamına erdirememesi ile alakalı bir kara mizah vardı, parodi filmiydi. Bunların parti hikayesi ona döndü. Filmin adı Duruşma’ydı. Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın parti meselesi Duruşma filminde Meltem Cumbul’un başına gelenlere döndü. Merak edenler o filmi izlerlerse tam olarak ne demek istediğimi anlayacaklar.

Bu gösterip elletmeme halinden vazgeçsinler. Kuracaklarsa kursunlar, kurmayacaklarsa da kurmuyoruz kardeşim işinize bakın desinler. Kuruntu yapmasınlar. Gündemi işgal etmesinler. Birtakım karşı cenahın gafillerinin onların parti kurmasından mütevellit AK Parti’nin oy ya da güç kaybetmesi üzerinden kendi mülahazalarını okuyabiliyoruz. Hatta bu noktada Cumhurbaşkanımızın Fazilet Partisi’nin kapatılmasının ardından yenilikçilerle beraber kurduğu AK Parti’yi kurmasını örnek gösterenler vardı.

AK Parti kurulduğu zaman Fazilet Partisi kapatılmıştı. Ve Saadet Partisi’nin de aynı akıbete doğru hızlı bir şekilde yol aldığı görülüyordu. Fazilet Partisi’nin son aldığı oy yüzde 15’ti ve Türkiye’nin bir nefese ihtiyacı vardı. Bugün ise Türkiye’nin hiç olmadığı kadar çok istikrara ve bir bütünlüğe ihtiyacı var.

Daha fazla yanlışı söyleyecek insana ihtiyaç var. Bunu çok net bir şekilde ifade edeyim. Daha fazla yanlışa yanlış diyecek insana ihtiyaç var. Öyle bir durum var ki, bu 28 Şubat sürecinde yaşanmış acı bir tecrübedir; özellikle FETÖ ile alakalı.

Neyi kast ediyorum? FETÖ ile alakalı doğru söyleyen adamlar o kadar yanlış adamlardı ki o adamları dikkate alamadık. Bugün de bir takım yanlışlıklara parmak basan insanlar o kadar yanlış adamlar ki ve her şeye yanlış dedikleri için onların da yanlış demelerini ciddiye alamıyoruz. Daha objektif, daha adaletli ve daha bilimsel verilerle, maddi verilerle; doğruya doğru, yanlışa yanlış diyecek insanlara ihtiyaç var.

HAKAN ATİLLA’NIN TÜRKİYE’YE DÖNÜŞÜ

Halit Emre Aydın: Adam 32 ay boyunca Amerikan hapishanelerinde siyahilerin arasında kaldı ve vatanını milletini tek bir kelimeyle satmadan, “Gerekirse daha fazla yatarım” diyerek bir vatan evladının nasıl olunduğunu gösterdi. Hani bizim eskiden seyrettiğimiz Cüneyt Arkın filmleri vardı. Hatırlar mısın? Kızgın demirleri, Cüneyt Arkın’ın göğsünde gezdirirlerdi, Cüneyt Arkın gene de satmazdı. İşte o filmlerde yaşananların hepsi kurgulanmış bir anlamda sanal şeylerdi. Hakan Atilla onların yeryüzündeki gerçekleşmiş, gerçek hayata değen yüzü. Allah kendisinden razı olsun. Allah anasına babasına, çoluğuna, çocuğuna bağışlasın. Böyle kahramanlar yetiştirdikleri için anne babalarından da Allah keza razı olsun. İnşallah, Hakan Atilla gibi kıymetler ve değerler bu ülkede daha önemli noktalara da gelerek vatana ve millete hizmet etmeye devam ederler.

Bazı arkadaşlar twitter’da Hakan Atilla’nın dönmesinden sonra “İnşallah ekonomi bakanı olur” gibi birtakım paylaşımları yapmışlar. Tek bir cümle kuracağım bununla alakalı. Konuları birbirine karıştırmaktan ve programın başında söylediğim o toptancı yaklaşımdan vazgeçmeden gerçekten bir yere varma ihtimalimiz yok. Hakan Atilla çok kıymetli bir adam. Çok önemli hizmetleri olmuş bir adam. Ama bir adamın ekonomi bakanı olması için geçmesi gereken, sistematiği yürütmüş mü, ya da uzmanlığı ne kadar biliyor muyuz? Bakanlık ya da devlet bürokrasisinde üst düzey olmak başka bir şey, bu şekilde vatana hizmet etmek başka bir şey. Konuları birbirine karıştırmaktan vazgeçmemiz lazım.

MERKEZ BANKASININ FAİZ KARARI

Furkan Hasdemir: Bildiğiniz üzere Merkez Bankası 425 baz puanlık bir faiz indirimine gitti. Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu konuyla ilgili yaptığı açıklamada, herkesin dolar kurunun yükselmesini beklediğine gönderme yaparak “Hani faizler düşünce dolar çıkacaktı, ekonomi mahfolacaktı, neredesiniz? Online mısınız, hiçbirinizi göremiyorum” şeklinde ifadeler kullandı haklı olarak. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Halit Emre Aydın: Cumhurbaşkanımız tabii haklı olarak siyasi bir söylem geliştirmiş. Ekonomi ilmi yüzde 51 matematik, yüzde 49 psikolojinin etkili olduğu bir alandır, bir ilim dalıdır. Fakat yüzde 49’luk kısım her zaman daha kısa vadede etki ederken, yüzde 51’lik matematik alanı daha orta ve uzun vadede etki etmektedir. Şimdi öncelikle, Merkez Bankası’nın önceki başkanının hem Berat Bey ile hem de Cumhurbaşkanımızın arasındaki diyaloglardan zaten bir faiz indirimine gidileceğini piyasa biliyordu. Çok objektif ve net bir şekilde ifade edeyim; piyasa, özellikle Merkez Bankası Başkanının bir cumartesi gecesi değiştirilmesi sonrasında daha yüksek bir faiz indirimi bekliyordu. O yüzden de zaten piyasa bunu fiyatlamıştı. Hatta beklenenden daha az bir faiz indirimi olunca dolar düşmeye başladı.

Furkan Hasdemir: Siz 425’in üzerinde bekliyordunuz yani.

Halit Emre Aydın: Tabii. Şimdi piyasa yüzde 6,5-7 bekliyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konuda koyduğu bir hedef var. Zaten yeterli olmadığını kendisi de belirtti. Cumhurbaşkanımızın bu konuda ikna edildiğine dair çeşitli kulis bilgileri var. Cumhurbaşkanımız en az yüzde 6 isterken işte çeşitli bürokratların bu konunun hassasiyetini ve ehemmiyetini ifade etmek suretiyle bu noktada bıraktıklarını, bu konuda Cumhurbaşkanımızı ikna ettiklerini biz birtakım ilgili, yetkili kulis bilgisi edindik. Nevşin Mengü’nün duş sonrası hatıraları gibi; “İsmini veremeyen uzmanlardan” duyduk.

Dolayısıyla piyasa zaten daha yüksek bir faiz indirimi beklediği için bunu fiyatlamıştı. Doların bulunduğu mevcut seviye ona göre ayarlanmıştı. Faiz daha az düşürülünce, dolar da düşmeye başladı. Ama faizin daha da düşmesi lazım. Dünyadaki mevcut likidite sıkışması Fed ve Avrupa Merkez Bankası’nın genel yaklaşımından dolayı bir başlangıçtaydı. Fakat yeni gelişen konjektürde onların sıkı para politikası uygulama konusunda daha gevşek davranacakları anlaşılıyor.

Bu arada, Türkiye’yi ne kadar etkileyip etkilemeyeceğini yaşayıp göreceğimiz bir nokta var; Avrupa Birliği Kalkınma Bankası’nın Türkiye’ye verdiği kredileri yıl sonuna kadar durdurması. Bu anlamda bir döviz sıkıntısı yaşama ihtimali var Türkiye’nin. Ama ben yıl sonuna kadar Türkiye’nin faizin ve dövizin daha geriye geleceğini tahmin ediyorum.

Ekonomiyi sadece faiz ve dolar üzerinden okumak da çok büyük bir cehalet ve bence gaflet ifadesi. Ekonomiyi doğru okumanın en asli indikatörü şudur: İşsizlik oranı ve sanayi üretim kapasite rakamları. Son 6 aydır işsizlik oranları son 20 yılın zirvesinde, sanayi üretim endeksi yani fabrikaların kullanım kapasitesi neredeyse son 7 yılın en düşük seviyesinde. Dolayısıyla, tamam faiz düşüyor, dolar da düşüyor, eyvallah ama bu alanlara, özellikle de istihdam meselesine biraz daha odaklanmamız lazım çünkü hala mevcut faizler insanların yatırım yapmasını teşvik edecek noktada değil. Bir adım ötesi, bizde maalesef bankacılık sistemi, finansal sistem tamamen gayrimenkul üzerinden dönüyor. Siz bir proje yapacağım, bir fabrika kuracağım dediğiniz zamanki bankaların yaklaşımı ile bundan özellikle 4-5 yıl öncesine kadar gayrimenkulle ilgili yapılacak olan bazı çalışmalardaki yaklaşımları çok farklıydı.

Dolayısıyla toplamda değerlendirme yaparsak, Türkiye’nin bir an önce, alttan gelen genç neslin istihdamı ve bir realite üzerinden haneye giren paranın artması üzerine bir kurgu yapması lazım. Buradaki haneden kastım gayri safi yurtiçi hasılanın 80 milyona bölünmesi değil. Biz bugün kaç paralık ihracat yapıyoruz? 150-160 milyar dolar. Bunun yüzde sekseni yine ithalat olarak Türkiye’ye geliyor. Bizim nette cebimize kalan para 30-40 milyar dolar. Bizim doğal kaynağımız yok. Bugüne kadar da gayrimenkul satarak belli bir noktaya getirdik bu işi. Bizim, bu ihracat rakamlarını hızlı bir şekilde artıracak kararları almaya başlamamız lazım. Ekonomi özelinde söyleyeceğim en temel şey budur.

Bu noktada döviz, kur arasındaki o denklem, yani dövizin bu seviyelerde kalması ama faizin biraz daha düşmesi lazım. Benim beklentim birlikte geriye gelmeleri. Bu gerçekleştiğinde ekonominin tekrar o ısınma safahatına girme ihtimali var. Bununla alakalı, muhtemelen ilgililer de tedbir alıyordur diye düşünüyorum.

TÜRKİYE’NİN TEKNOLOJİ ATILIMI

Furkan Hasdemir: Baktığımızda özellikle 2000’li yıllardan sonra, daha öncesinde de, Amerika’da Slikon Vadisinde küçücük garajlarda kurulan kimi projeler, şirketler, bugün devasa havayolu şirketlerinden devasa fabrikalardan vs. çok daha fazla getiri sağlıyor. Böyle bir şirkete, böyle bir markaya dönüşüyor.

Halit Emre Aydın: Bu ekosistemde getiri meselesinin algılanması çok doğru değil. Şirket değerlemelerinde öndedir ama bugün Dünya’nın en büyük şirketi varsaydığımız Amazon, karlılık noktasında Dünya’nın en büyük şirketi midir o biraz muamma.

Furkan Hasdemir: Evet, ama marka değeri olarak baktığımız zaman bizim de az önce bahsettiğiniz ihracatı geliştirme noktasında işin burasına daha teknoloji ve AR-GE tarafına yönelmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Halit Emre Aydın: Türkiye’nin dış ticaret açığı noktasında birinci kalemi enerjiyse ikinci kalemi bilişim teknolojileri üzerinden yapılan ithalatlardır. Bilişim teknolojileri ithalatlarının bir kısmı donanımsal şeyler, bir kısmı ise yazılımsal unsurlar. Bu yazılımsal unsurların aslında birtakım yerli ve milli alternatifleri varken bazılarının ise çok hızlı bir şekilde Türkiye’nin insan kaynakları ve devletin yönlendirmesiyle gerekli altyapılar oluşturulabilir. Birçoğunda da, kendi kendimize dış ticaret açığı çıkartıyoruz.

Türkiye’nin gerçek anlamda bir teknoloji üreticisi haline gelebilmesi için, Türkiye’deki finansal sistemden başlayıp, eğitim sistemine kadar birçok konunun çok hızlı bir şekilde ve daha doğru unsurların üzerine oturacak şekilde yeniden değerlendirilmesi lazım. Dolayısıyla Türkiye bir teknoloji üssü haline gelsin, Türkiye bir teknoloji ülkesi haline gelsin dediğimiz zaman, bu böyle birkaç tane ufak tefek eylemsellikle veya tedbirle gerçekleştirilebilecek bir konu değil.

Her şeyden önce eğitim ve finans sisteminizin uygun olması gerekiyor. Youtube, Facebook, Twitter, Instagram, WhatsApp gibi birçok program garajda kurulmuş olabilir ama kurulduktan birkaç ay sonra çok yüksek yatırımcılar çok kapasiteli yatırımcılar tarafından ve bir anlamda da hem kendi sektörlerinde hem de genel ticari mülahazalar içerisinde yüksek deneyimli kişiler tarafından yönlendirilmişler.

Bir kere Türkiye’de bunu yapabilecek sayıdaki yatırımcı sayısı sınırlı. Bunu yapan yatırımcılar da, burada özellikle Türkiye’nin büyük telekominikasyon şirketlerinden bahsediyorum, bu programları ya da bu yazılımları kendi ekosistemlerinin ufak bir parçası haline getirmek yoluyla, hem ulusal pazarda büyümelerini engelliyorlar hem de uluslararası pazarda. En basit örneği ile söylemek gerekirse, Türkcell’in BİP’i. Bu uygulamaya teknik olarak baktığınız zaman, altyapısal olarak WhatsApp’tan çok da bir farkı yok. Ama Türkcell onu kendi hizmetlerinin bir parçası haline getirdiği ve bağımsızlaştırmak suretiyle vatandaşın kullanımına sunmadığı veya BİP kullanırken sürekli zart zurt önünüze reklam düşmesinden dolayı, insanların kullanımına ve bilgiyi içerde tutmasına engel olan bir program gibi ortada duruyor. Halbuki, altyapısı ve uygulama kullanılabilir bir halde. Bu ve buna benzer birçok unsur ve örnek var. Türkcell üzerinden örnek verdik ama Türk Telekom’da da var. Başka şirketlerin de var.

Benim bu konuyla alakalı daha önce düşündüğüm, değerlendirdiğim ve proje haline getirdiğim bir proje vardı “Teknolojik Kalkınma Ajansı” adında. Bu tür projeleri, belki önden devletin de belirlediği birtakım projelerle birleştirerek, bu uygulamaların uluslararası pazarlarda da yer alabilmesi için çaba harcanabilir. Çünkü günün sonunda Twitter sadece ABD’de kullanılıyor olsa da değerli olabilir ama 180 ülkede kullanılabildiği için bu kadar kıymetli. Dolayısıyla bizim ortaya çıkartacağımız birtakım programların veya teknolojik AR-GE’lerin bağımsız halde ayakta durabilmesi lazım. Bunun için de finansal ekosistemin buna uygun olması lazım.

Mümkün olan maksimum adette üretimin sağlanabilmesi ve yeterli insan kaynağının sağlanabilmesi için de eğitim sisteminin düzeltilmesi şart. Sadece robotik kodlama ile bu işin altından kalkılmaz. Türkiye gibi hala üniversiteye giriş sınavına matematik netlerinin ortalamada 5’in altında olduğu bir ülkede siz teknolojik kalkınmadan bahsedemezsiniz. Bir kere önce matematik bilmeleri lazım o çocukların. Matematik bilmeyen birinin bir şeyler üretme ihtimali yok. Dolayısıyla eğitim sisteminin çok ciddi anlamda, belki de uzmanlaşarak, belki de çocukları temel eğitimlerini aldıktan sonra bu alanlara yönlendirerek bir kurguya girmesi lazım. Ama bu uzun vadeli planların gerçekleştirilmesinden önce de, Türkiye’nin insan kaynağını organize etmesi lazım. Bence bir deorganizasyon problemi var.

Çok büyük bilişim şirketlerimiz var, doğru. Ama, çok da kıymetli çocuklar var, bunların hiçbiri ortaya koyabilecekleri katma değer üretme noktasında yeterli imkanla buluşturulmuyorlar. Belki devletin organizasyonuyla, tıpkı Emlak Konut gibi, en azından Türkiye’nin yurtdışına çıkan kaynaklarını bu anlamdaki kaynaklarını içerde tutmak adına, birtakım sistemler ortaya çıkartılmalı. Bu sadece özel girişimcinin Türkiye’de yapabileceği bir şey değil. Çünkü özel girişimcinin hem ekonomik standardı sınırlı, hem de daha da önemlisi, Türkiye’nin yeteriz insan kaynağının konsolide edilmesinde yerli girişimcinin gücü yetmiyor.

S-400 VE F-35 MESELESİ

Furkan Hasdemir: Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan dedi ki, “Nisan 2020’de biz S-400’leri aktif hale getireceğiz. Eğitim ve teslim süreci tamamlanacak.” Bu birincisi, İkinci olarak da F-35’lerle ilgili dedi ki, “Eğer ABD F-35’i bize vermezse, biz farklı alternatifleri şimdiden araştırmaya başladık. Kendisi bilir, biz iyi bir müşteriyiz.” Dedi. Bu açıklamaları ve S-400 & F-35 meselesini nasıl yorumluyorsunuz?

Halit Emre Aydın: S-400 meselesinde birçok insanın “Gelmeyecek, gelse de kurulmayacak, kurulsa da kullanılmayacak” gibi birtakım aforizmaları vardı. Bu aforizmaların doğrultusunda birçok insan biraz da eski Türkiye anılarının da canlanmasıyla, Türkiye’nin özellikle Amerika ve NATO’ya rağmen bir şey yapamayacağı gibi bir algı vardı.

Tabii biz, başından sonuna kadar ülke bekası ve ülkenin savunması söz konusu olduğu zaman, mevcut hükümetimizin neler yapabileceği konusunda ciddi tecrübelere şahit olduğumuz için S-400’lerin geleceğini tahmin ediyorduk. Çünkü Türkiye’nin bugün savunma sathım haline değerlendirme yaptığımız zaman, en temel ve en büyük eksiklik hava savunma sistemiydi.

Bir dönem NATO kapsamında Malatya’ya bir Patriot düzenekleri kurulmuştu daha sonra o sistemleri kaldırıp götürdüler. Bu süreç içinde Türkiye Patriot satın almak için çeşitli girişimlerde bulundu. Bu girişimler içerisinde çok dikkat çekici olan ve çok da kimsenin bilmediği bir unsur var, Türkiye dışardan artık bir silah alsa bile silahın üreticisinden bunun know how’ını yani bilgi birikimini aktarmasını ve ilerleyen zamanda bu sürecin daha da geliştirilerek bir üst seviyeye çıkartılması için işbirliği yapılmasını şart koşuyor. S-400’lerin tercih edilmesinde bunun da çok ciddi bir rolü oldu. Türkiye hem S-400 üreticisi olan şirkete, her ne kadar biz bunları devlet-devlet değerlendiriyor olsak da bunlar da günün sonunda bizde nasıl İHA’ları SİHA’ları yapan Bayraktar şirketi varsa bunları da üreten birtakım şirketler var, Türkiye bu şirketlere ilerleyen zamanlarda kendi savunma sistemini geliştirebilmek adına know-how paylaşımını da şart koştu. Bu noktada bırakın Patriotların know-how’ını, direkt olarak vermiyoruz denildi. Türkiye otomatik olarak S-400 seçeneğine yönlendirilmiş oldu.

S-400’lerin kurulacağı malum, zaten kurulmayacak olsa niye gelsin? Bu S-400’lerin devamında ise benim beklentim; Türkiye’nin kendi hava savunma sistemlerini üretmeye başlaması. Türkiye’nin artık ufak ufak da olsa, daha dar kapsamda, daha sınırlı menzilde de olsa kendi hava savunma sistemlerini üretmeye başlaması lazım.

Son Dakika Gündem Haberleri için aşağı kaydırın.

Haber365
bilgi@haber365.com.tr