Son dönemlerde iklim değişikliğine karşı ve çevreci dönüşüm politikaları üzerine yönelen AB, 2011 yılında deprem ve tsunami dolasıyla Fukuşima nükleer santralinde yaşanan sızıntının ardından endişelerini artırmıştı.
Kamuoyunun baskısı ve makul fiyatlarda seyreden fosil yakıtlarından yararlanarak nükleerden çıkış eğilimi gösteren Avrupa’da birçok ülke elektrik üretiminde nükleer santral kullanımından kademeli olarak vazgeçmeye başladı.
Avrupa ülkelerinde iklim duyarlılığı ve çevre hassasiyetinin artmasıyla birlikte birçok ülke kömür kaynaklarında da vazgeçme kararı aldı. Bununla birlikte pek çok ülke de enerji arz güvenliğine katkı sağlayan kömür santrallerini kapatarak üretimi düşürmeyi programladı. Ancak bu durum Avrupa’nın enerji bağımsızlığını ciddi ölçüde riske attı.
Batı ülkeleri, bu süreçte elektrik üretim eksikliğini kaynaklara ve doğal gaz santrallerine odağı vererek çözümlemeye çalıştı. Yapılan tüm uyarı ve risklere rağmen batı ülkeleri, arz güvenliğini kontrol altına almak amacıyla en uygun, kolay ve hızlı olduğu için Rusya doğal gazını tercih etti. Buna bağlı olarak daha fazla doğal gaz tedariki tercih etmesi enerjide dışa bağımlılığı da beraberinde getirdi.
Fosil yakıtlar konusunda Rusya’yı tercih eden Batı ülkeleri, gaz ihtiyacının yüzde 40’ını, petrol tedarikinin de yüzde 30’unu alıyor. Öte yandan enerji yatırım fiyatlarının makul seviyelerde inmesiyle birlikte yatırımların canlandırmasına rağmen söz konusu ülkelerde enerji ihtiyacını kesintisiz karşılayacak bir sistem henüz oluşturulamadı.
Dünyayı etkisi altına alan pandeminin de etkisiyle doğal gaz, petrol, kömür gibi fosil yakıt fiyatlarında hızlı bir yükseliş görülmesiyle bundan elektrik fiyatları da etkilendi. Salgının başında normal seviyelerde seyreden doğal gaz fiyatları son dönemlerde hızlı artış yaşadı.
Avrupa’da geçen yıl yenilebilir kaynaklardan sağladığı elektrik üretiminin düşüş göstermesi, enerji fiyatlarındaki artışta önemli rol oynadığı görüldü. Son yıllarda elektrik faturalarında yaşanan artışa birlikte AB ülkeleri enerjide tercihlerini de sorgulamaya başladı.
Rusya-Ukrayna savaşının başlamasının ardından AB ülkelerinin enerji tedariki de asılı kaldı. Rus gazına alternatif kaynak arayışına giren Avrupa ülkeleri gözünü ABD, Norveç, Katar, Mısır, Cezayir'e çevirdi. Ancak burada kesintinin yerini tutacak seçenek bulamadı.
Enerji arz güvenliğini sıklıkla gündemine getiren AB, ‘Yeşil Kitap-Yeşil Belge’ adlandırılan çalışmalar yürütüyor. Yaklaşık 10 yıl önce söz konusu alanlarda atılacak adımlara ilişkin ‘2030 iklim ve enerji politikası çerçevesi’ adlı projeyle somut adımlar ortaya koyuyordu.
Avrupa ülkelerinin Rusya’daki gaza olan bağımlılığı 2011 yılından itibaren hızla arttığı kaydedildi. AB ülkeleri bu durumdan kurtulmak için alternatif projelerde geliştirerek bağımlılıktan kurtulamadı.
Batı ülkeleri, 2012 yılında gazının yüzde 32'sini, 2013'te yüzde 39'unu, 2014'te yüzde 37,5'ini, 2015'te yüzde 37'sini, 2016'da yüzde 39,9'unu, 2017'de yüzde 39,3'ünü, 2018'de yüzde 40,2'sini, 2019'da yüzde 45,5'ini, 2020'de yüzde 43,9'unu ve 2021'de de yüzde 40'ını Rusya'dan tedarik etti.
Açıklanan verilere göre, Avrupa Birliği ülkelerinin Rusya’daki gaza olan bağımlılığı 2011 yılından itibaren hızla arttığını gösteriyor.
Avrupa Birliği’nin yıllar itibarıyla Rus gazına olan bağımlılık tablosu:
Yıl: Oran (Yüzde)
2011 30
2012 32
2013 39
2014 37,5
2015 37
2016 39,9
2017 39,3
2018 40,2
2019 45,5
2020 43,9
2021 40